4 Ağustos 2012 Cumartesi

Zaman Çarkı – Ken Grimwood

 


Nihayet bitirdim. :) Kitap resmen elimde süründü. Kitabı düzenli okumayınca konudan uzaklaşıyorsun, kopuyorsun ve fazla zevk almıyorsun.

Bu kitap ta yazarın diğer kitabı (Sil Baştan) gibi ölüm ve yaşam üzerine düşündürüyor insanı.

"Sil Baştan" kitabı çok etkilemişti beni. Sarsmıştı. Epey bir süre etkisinde kalmıştım. Ama bu kitap o kadar etkilemedi, sarmadı.
1700 lü yıllarda doğan ve hiç yaşlanmayan, ölmeyen, hep genç ve güzel kalan Christine (Elise) adlı bir kadının yaşam öyküsü.
Kadının 1700 lü yıllardaki yaşamını izlerken, hop 1980 li yıllardaki yaşamına geçiyorsun. Aynı insanın bir 1700 lü yıllardaki yaşamını, bir 1980 li yıllardaki yaşamını izliyorsun. Zaman tüneline binmiş gibi hissediyorsun. Bazen ilginç geldi, bazen da sıkıcı..
Kadının hayatına giren insanlar, kocaları, sevgilileri, arkadaşları doğal olarak yaşlanıyorlar ve ölüyorlar. Elise ise hiç yaşlanmıyor ve hep genç kalıyor.
Böyle bir durumda, tanrısal bir güce sahip olduğu için Elise’ in için için sevineceğini mutlu olacağını sanıyorsunuz. Ama aksine, ne oluyor böyle? Ben niçin yaşlanmıyorum? Bütün sevdiklerim gözümün önünde tek tek ölüyor ve ben seyrediyorum. Ben bir lanete mi uğradım? diye düşünüyor ve acı çekiyor. Büyük bir servete zenginliğe sahip olduğu halde pek te mutlu olmayan bir yaşam sürdürüyor.
İlk önce insana çok cezp edici muhteşem bir şey gibi geliyor uzun yaşamak, 300 yıl yaşamak. Ne kadar harika bir şey olurdu diye düşünüyorsunuz. Değil 300 yıl 3 yıl daha fazla yaşamak için insanlar bütün servetlerini verirlerdi. Ama kadının bu durum karşısında yaşadıklarını duygularını hissedince gerçekten o kadar da muhteşem bir şey olmadığını o kadar da matah bir şey olmadığını fark ediyorsun, hissediyorsun.
Önemli olan, değerli olan şey daha uzun yaşamak değil. Elinizde sınırlı bir yaşam süresi var. Bu sınırlı yaşamını, yaşadığın her anın değerini bilerek hissederek yaşamaktır önemli olan.

..........................................................................................

Altı çizilenler :

Cambridge, Massachusetts – 1980

Leonard hepsinin toplumdaki eşitsizliklerle, yanlışlıkların kendilerine anımsatılmasını istemediklerini biliyordu. Oysa lise yıllarında, altmışlı yılların sonuyla yetmişlerin başlarında durum ne kadar da farklıydı! O zamanlar herkes Leonard’ın kaygılarını paylaşır, her biri onun gibi kendilerini insani prensiplere gerektiğinde canları pahasına adamaya gönüllü olurdu. Günümüzdeyse dışarıdaki göstericiler gibi düşünenler her geçen gün küçülen bir azınlığın mensupları haline dönüşmüşlerdi. Artık herkesin derdi bambaşkaydı. Daha iyi bir iş nasıl bulabilirim, nasıl terfi edebilirim, nasıl daha fazla para kazanabilirim, nasıl daha uzun yaşayabilirim?

Versailles – 1695
Madam de La Maisonfort yaşam sevinci ve heyecanıyla dolu, yepyeni fikirleri olan biriydi… Tanrı ve kiliseyle ilgili de gizemli ve değişik görüşleri vardı. Christine’e çocukken öğretilenlerden çok farklı görüşler.

Christine, Madam de La Maisonfort’un anlattığı önsezi ve sonsuzlukla bütünleşme kavramlarına benzer etkileyici düşünceler hakkında kimseyle konuşmaması gerektiğini biliyordu. En önemli olan şey aşktır demişti öğretmeni bir keresinde. Tanrı aşkı, yaşayanlara duyulan aşk, güzel olan her şeye duyulan aşk. Aşırı dindarlıkla kilisenin törenleriyse boş işlerdi.

Bunlar çok tehlikeli düşüncelerdi. Chartres Piskoposu da böyle şeylerin konuşulmasını yasaklamıştı. Eğer Madam de Maintenon böylesi devrimci görüşlerin hala savunulduğunu öğrenirse, her ne kadar yalnızca Christine gibi özel öğrencilerle konuşuluyor olsa da bir hayli öfkelenirdi.

Neden herkes dini fikirlerdeki küçücük bir farklılığı bu derece abartıyor ki? Daha da ötesi Madam de La Maisonfort’un öğrettiği şeylerin nesi yanlış? Sadece sevginin en önemli şey olduğunu söylüyor hepsi bu.

St. Petersburg, Rusya -1722
Christine’ in Moskova’yla ilgili ilk anılarından biri, gördüğü halka açık bir idamdı. Suçlu bulunan kadın boynuna kadar buz gibi toprağa gömülmüş, zina suçu işlediği aşığı da hemen üstünde asılmıştı. Kadın donarak can verinceye dek her nasılsa tam beş gün beş gece hayatta kalmıştı.

Plaisance, San Domingo, Fransız Bölgesi- 1734
- Ama onlar senin değil mi? Sana ait değiller mi?
- Tarlamda çalışırlar. Ben de onlara bana bu ayrıcalığı bahşetmelerinin karşılığını öderim. Çoğunluk onlara sahip olduğumu söylese de ben bu terimi kullanmayı tercih etmiyorum.
Ama yanlış bir şey söylememişti ki! Siyahlar köleydiler. Yasal olarak mal sayılırlardı. Kimse bunu inkar edemezdi.


Plaisance, San Domingo, Fransız Bölgesi- 1779
On yıl boyunca François Revel’le aşk yaşamışlardı. Onca yılı dans edip, yüzerek, birbirlerinin tutkulu kolları arasında adada dolaşarak geçirmişlerdi. Balolarla, maceralı yolculuklarla, tepelerde keşfettikleri gizli şelalelerin etrafında geçen bir hayat. Ve her sabah uyandığında boş yere ilk yaşlanma belirtileri görme umuduyla dualar ederek ayna karşısına geçerdi. Teni o artık nefret etmeye başladığı tazeliğini, bedeni o genç kız esnekliğini hiç yitirmiyor, oysa bu sırada François hızla orta yaşlı bir adama dönüşüyordu.

New Orleans - 1815
Rebecca şu an vatanseverlikle filan ilgilenecek halde değildi. Bu gece başını sokacak bir yeri bile yoktu. Parası da en fazla birkaç gün içinde suyunu çekerdi. Tüm bunlara rağmen nezaketle yanıt verdi. “Evet efendim. İngilizleri bir kez daha yendiğimiz için gurur duyuyorum.”

Madam Corinne elini boş ver bunları der gibi salladı. “Kazanmak, kaybetmek… Sonuca bakarsan savaşların hiçbir anlamı yoktur. Bir süre sonra bütün zaferler parlaklığını yitirir. Önemli olan değerlerdir. Bu kıtanın, bu çağın değerleri.”

Boston -1973
……Tarih her şeyi sıraya sokar. En güçlü ülkeler ve çağlar bundan nasibini alır. Krallar ve dahiler arkadaşın gibi olur. Savaşları izleyince sadece birkaç sıra dışı insanın varlığının önemli olduğunu geri kalan binlerin ise olsalar ne olur olmasalar ne olur sınıfına girdiğini fark etmeye başlıyorsun.

Elise : -“Sen ölümsüzlüğün ya da ona yakın deneyimin neler hissettirdiğini öğrenmek istemiştin. Bu bir geminin köprüsünde oturup değer verdiğin herkesin okyanusun dalgaları arasında kayboluşunu izlemek gibi bir şey. Gemi harika bir adaya doğru seyrediyor ve sen de durduğun yerden bu adayı görebiliyorsun. Her dakika sahile biraz daha, biraz daha yaklaşıyor ama bir türlü ulaşamıyorsun. Ve her seferinde sulara bakıp neredeyse geldik diye bağırdığın her anda sevdiğin birinin dalgalar arasında yitip gittiğini görüyorsun. Söylesene Patrick, coşku böylesine bir yaşamın neresinde olabilir? Nihai yalnızlık denilen şeyi hayal edebiliyor musun?

Patrick : - “Günü yaşayacağız. Daha fazlasını umut etmeden birlikte olduğumuz her anın tadını çıkartacağız. Bundan sonra bu uğurda uğraşmak, ihtiyarlık uzmanlarına koşmak, yaşlanmamı geciktirmek ya da süreci tersine dönüştürmek için çabalamak yok.”

“Zamanımı ölümsüzlük idealleri peşinde koşarak değil seni severek geçirmek istiyorum. Artık vazgeçmek, sonunda öleceğim fikrini kabul etmek istiyorum. Bunu yapmazsam hayatı kabul etmemiş olacağım. Ve biz de çok şey kaybetmiş olacağız. Hem de çok şey.”

Elise uzanıp saçlarını okşarken o da başını göğsüne koyup sımsıkı sarıldı. Rahatlamanın, kabullenişin getirdiği huzur her ikisini de etkisi altına almıştı. Ölüm artık kabullendikleri bir şeydi ama varlığını kabul edince onu yaşamlarının uzak köşesine itmeyi başarmışlardı.

......................................................
Arka Kapaktan :

Ya sizi bekleyen bir son olmasaydı...

Hayatındaki insanlar birer birer siliniyor. Kocaları, sevgilileri, ailesi ve arkadaşları yaşayıp ölüyor ama o hep aynı kalıyor. Sevdiklerini kaybederken hep çaresiz. İnsanlar onun neden sürekli genç göründüğünü merak ettiğinde ise yer değiştirmek zorunda. Tüm olasılıklar karşısında üç yüz yıl yaşamış biri olarak yanlış bir şey söylediği an, zaman çarkı tepetaklak olabilir.

Elise tıbbi bir mucize sonucu ebediyen genç kalacaktır. Hayatı üç yüz yıl önce başlamıştı. Versailles Sarayı'nda, 14. Louis'nin hükmettiği bir devirde. İlk kez her şeyi göze alıp sonsuz gençliğinin sırrını, sevdiği adamla paylaşmaya karar verdiğinde bu isteğinin neden olacağı tehlikeleri (hem kendisi hem de tüm dünya için) hayal bile edemez. Bilim bu duruma yanıt verecek bir seviyeye ulaştığında ancak birileri onun çaresizliğini görebilecek.

Sonsuza dek yaşamak ve hiç yaşlanmamak... Bir tek kırışıklık ve kırlaşmış saç için her şeyini vermeye hazırdır Elise. Yalnızca sıradışı bir kahramanın hikayesi değil aynı zamanda insanlığın en tutkulu arayışının büyüleyici bir keşfi.


9 yorum:

  1. Benjamin Button gibi bir hikaye sanırım. Açıkçası o kadar uzun yaşamak istemezdim. Hayatta en çok korktuğum şey, sevdiklerimi kaybetmek olduğu sürüce..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. o filmi izlemedim ben. ölüm çok ürkütücü ama :) evet sevdiklerimiz yanımızda değilse uzun yaşamak pek mutluluk getirmez herhalde..

      Sil
  2. konu ilginç ama.
    yazmıştım ben de.
    heyecanla okumuştum.
    ama süper gerilimlerden değil.
    gerritsen, hoag, p. cornwell gibi değil.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. öylemi? ama blogunu daha yeni keşfettim.. önceki yazılarına bakmaya fırsat olmadı.. bi bakayım siz neler yazmışsınız..:) bahsettiğin yazarları okumadım ki :)

      Sil
  3. Konu çok ilginç mutlaka okurum. Ama bende o kadar uzun yaşamak istemezdim :) düşünsenize bütün sevdikleriniz tek tek ölürken siz bir lanete uğramış gibi asla ölmüyorsunuz. Kötü bişey bu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Aslı.. sil baştan ı okumadıysanız onu daha çok tavsiye ederim.

      Sil
  4. gerilimin kraliçeleri onlar.
    en sıkı seri katiller onlarda.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. gerilimi filmlerde ilgiyle izlerim. ama şimdi farkettim gerilim türü kitaplar pek okumadığımı..gençlik yıllarındaki agatha cristie romanlarını saymazsak tabii :)

      Sil
  5. Merhaba yazınızı beğendim. Kitabın son paragraflarından ne anladınız sorabilirmiyim ? Çok acayip bir bitiş

    YanıtlaSil

Güzel yorumlarınız için Teşekkürler. .