24 Ağustos 2013 Cumartesi

Şah Mat – Mario Mazzanti

Müthiş bir gerilim.

Harikaydı. Nefes kesiciydi.

Nefesimi tutarak okudum. Sabahlara kadar elimden bırakamadım. İnsanların vahşi yaşamı yada vahşi kapitalizmin çirkinliği acımasızlığı.

“Güç ve para” yı tanrılaştıran insanlar.

Hayattaki tek değeri, bütün yaşamsal amacı daha fazla para ve güç elde etmek olan insanların bu hedeflerine ulaşmak için nasıl canavarlaştıklarının hikayesi.

Medya sektörünün karanlık vahşi yüzü.

Daha fazla reyting, daha fazla para ve güç elde etme uğruna yapılan çirkinlikler, vahşilikler..

Bir katilin ruh hali nasıldır, düşünceleri nedir, beyni nasıl çalışır...

Claps müthiş anlatıyor..

Örneğin, katile göre, bir satranç oyununda hedefe ulaşmak için bir taşı feda etmekle, gerçek hayatta hedefe ulaşmak için bir insanı feda etmek yani öldürmek çok farklı şeyler değil..

Claps .. psikiyatrist, kriminolog. Harika bir adam. Bütün ruhuyla kendini işine veren iyi bir insan.

Greta Alfieri .. cezbedici, güzel ve hırslı bir kadın. Mesleğinin baharında bir Televizyon sunucusu, haberci.

Komiser Sensi. İşini düzgün yapmaya çalışan ilginç komik bir adam.

Claudio Morganti .. işini düzgün yapan dürüst bir bankacı.

Altı çizilenler

İş ahlakı, etik kurallar, profesyonellik… Hepsi saçmalık! Bu sektördeki insanların tek ilgilendikleri şey izleyicidir. Ne haberinden, ne gazeteciliğinden bahsediyoruz… Televizyon halkın afyonudur, ne kadar çok afyon varsa o kadar çok reklam satar! Ne kadar çok insan televizyon seyrederse politikacılar, esnaf, modern çağın büyük din adamları ve bu sefil ülkede güneşi ve yıldızları idare eden kast o kadar memnun olur. /sf:107

- ….. iki hayatı yok etmek gerekli miydi?

- İki hayat… Hadi ama Greta, iki hayat nedir ki? Savaşın kazanılması için bir komutan bile askerlerini feda eder. Biraz önce oynadığımız oyunu düşün. O kombinasyonda göz kamaştırıcı bir güzellik bulmuyor musun? Ama onu gerçekleştirebilmek için fili gözden çıkarmak zorunda kaldım…

Bizim sektördeki ahlak anlayışı dikkatle tüketilmesi gereken bir maldır : Hakkında konuşulur, talep edilir ama uygulanmaz. Bizim tanrımıza kurban edilir, Tanrımız olan izleyicilerimize. Haberler, kişisel davranışlar, anlattığımız olaylar, yaptığımız yorumlar ; bunların hiçbiri objektifliğe, akla ya da gerçeğe hizmet etmemelidir… Sadece izleyiciye hizmet etmelidir. Bizi hayatta tutan şey izleyicidir. /sf:483


15 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Gün - David Nicholls

Üniversite yıllarından beri tanışan Emma ile Dexter in 20 li yaşların başından 40 lı yaşlara kadar olan yaşam öyküleri. 20 li yaşlarda yaptığın seçimlerle yaşam seni bir yerlere götürüyor. Bazen çok can sıkıcı yerlere bazen da mutlu keyifli yerlere götürüyor. Çoğu zaman bilemiyorsun hangi seçim seni nereye götürecek..
Her bölüm de yeni bir yılın 15 temmuz unda Emma ile Dexterin yaşamlarından kesitler okuyoruz. 1988 den başlayıp 2007 ye kadar süren  yaklaşık 20 yıllık yaşam sürecinde yaşadıkları ilişkiler, ayrılıklar, yalnızlıklar, aldatmalar, aldatılmalar, iş yaşamlarını okuyoruz.
Emma, pek çoğumuz gibi arzularını baskılayan, dünyada yaşanan savaşları, yoksulluğu toplumsal sosyal sorunları dert edinen birisi. Yüreğine düşen aşk kıvılcımı yüzünden Dex ten başka hiç kimse ile doyurucu, mutlu eden bir ilişki yaşayamıyor. Aşkın karanlık yüzünü burada da görmek mümkün. Aşkın laneti. Yüreğinde o varken başka hiç kimseyi sevemiyorsun, aşık olamıyorsun. Livanelinin romanından sonra ben de her öyküde bunu görüyorum artık.
Dexter ise kendi kişisel hazzı ve eğlence dışında başka hiçbir şeyi umursamayan biri.
Aşktan sevgiden uzak sadece eğlence amaçlı 3 ayda bir sevgili değiştiriyor. Nerdeyse sürekli sigara alkol ve uyuşturucular kullanıyor. Sürekli gittiği yerler barlar ve eğlence mekanları. Kapitalist bir bakış açısına sahip. Hayata ve insanlara bakışı kazananlar ve kaybedenler şeklinde. Lüks konforlu evlerde yaşayanlar, lüks arabalara sahip olanlar onun gözünde kazananlar, kaybedenler ise bu şekilde yaşamasını beceremeyen beceriksizler.

Altı çizilenler :

Bir zamanlar Londra’yı fethedebileceğini düşünmüştü. Edebiyat toplantıları, siyasi sorumluluklar, delidolu partiler, Thames Nehri’nin kıyısında acı-tatlı aşklar hayal etmişti. Bir müzik grubu kurmayı, kısa filmler çekmeyi, romanlar yazmayı kurmuştu kafasında; ama yazdığı iki satır, iki yılda bir değişiklik göstermemiş ve Poll Tax isyanında cop yemesinden daha iyi bir şey gelmemişti başına. /sf:77

Artık birbirlerine bağırıyorlar ve Emma düşünmeye başlıyor: Aman Tanrım, geceleri duvardan seslerini duyduğumuz o çılgın çiftlerden olduk biz de. Nasıl bu noktaya geldik? /sf:287

Sekiz yıldır onu düşünmeden geçirdiği tek bir günü olmadı. Onu özlüyor ve geri istiyor. En iyi arkadaşımı geri istiyorum, diye düşünüyor, çünkü onsuz hiçbir şey iyi ve doğru değil. /sf:294

-“Erkek arkadaşımla tanımlanmayı reddediyorum. Ya da eksikliğiyle.” “Bir kez bu saçmalıklar için endişe etmemeye karar verdiğinde; flörttü, ilişkiydi, aşktı, falan filan; kendini özgür hissetmeye başlıyorsun, gerçek hayatla daha iyi ilişkiler kuruyorsun. Ayrıca bir işim var ve onu seviyorum. Parası az, ama özgürüm. Öğleden sonraları sinemaya gidiyorum. Yüzmeyi çok seviyorum. Kilometrelerce yüzüyorum, yüzüyorum.” /sf:357

Kusursuz bir aile gibi davrandığımız tüm o zamanlarda ben her zaman bir yanlışlık olduğunu, bunun bana göre olmadığını düşünürdüm. Hep, yine mi uyuyacağız, diye düşünürdüm; hafta sonu bir yere gitmeyi ya da sadece dışarı çıkmayı, eğlenmeyi düşünürdüm. Özgür olmayı, sorumluluklarımın olmamasını isterdim. /sf: 415

.. gelecekleriyle ile ilgili kesin kararlar almışlardı ve bunların arasındaki en temel kural birlikte yaşamamaktı: ayrı hayatlar, ayrı daireler, ayrı arkadaşlar. Birlikte olmak için emek harcayacak ve sadık olacaklardı elbette; ama geleneksel tarzda değil. Hafta sonları emlak ofislerinin çevresinde dolaşmalar, yemekli toplantılara katılmalar, sevgililer günü çiçekleri, çift olmaya ilişkin hiçbir zırva olmayacaktı hayatlarında. Her ikisi de bunu becermeye çalıştı, ikisi de başaramadı. /sf:442

Eğlenmek, eğlenmek, eğlenmek; cevap bu. Hareketli ol, bir an durup etrafına bakmak ya da düşünmek için izin verme kendine; çünkü amaç marazi bir tip olmak değil, eğlenmek… /sf:483

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Bir Aşk Sayfası Emile Zola



Livaneli nin Kardeşimin Hikayesi romanını bitirdikten sonra kitaplıktan tesadüfen seçtiğim bu romanın hikayesi de ne ilginçtir ki çok benzer bir acıyı işliyordu.

Aşkın karanlık yüzü.. insanı acılara boğan, bazen delirten çıldırtan bazen mahveden bazen öldüren yüzü.

Günlük yaşamını sürdürürken, bir ateş parçası, aniden hiç habersiz yüreğine düşer ve günden güne büyüyen bir alev gibi seni yakıp kavurmaya başlar.

Karasevda da denilen imkansız, zamansız aşklar, insanları acılar içinde kıvrandırarak yaşatabiliyor. Böyle bir acıya maruz kalanların kimisi bu acılardan kurtulmak için Helene gibi kendisini dine vererek,toplumun onay verdiği bir evlilik yaparak unutmaya çalışır, kimisi de Livaneli nin karakteri Mehmet Aslan gibi kendisini duygulardan, insanlardan soyutlayarak kurtulmaya çalışır.

Genç güzel ve dul bir anne. Helene.

10 yaşında bir kızı var. Jeanne.

Komşuları Doktor Henri Deberley eşi Juliette ve bir çocukları var.

Evliliklerinde pek sorun olmayan bir aile.

Doktor Deberle ile Helenenin yüreklerine aşk alevi düşüyor. Helene epey bir süre kaçınmaya çalışsa da dayanamayacak bir noktaya geliyor. Ve ondan sonra gelen vicdan azabı ve acı dolu günler..

Helene aşk uğruna bütün dürüstlüğünden vazgeçiyor. Rahatlıkla yalan söylemeye başlıyor. Romanda dikkatimi çeken önemli bir nokta. Helene’nin 10 yaşındaki çocuğu Jeanne annesini esir alıyor adeta. “Benden başka kimseyi sevmeyeceksin. Benden başka hiç kimse seni sevmemeli.”

Annesini başka birine karşı en küçük sevgi yaklaşımı içinde gördüğü zaman ona acı çektirmek için elinden geleni yapıyor.

Çok geç yaşlarımda şunu anladım ki, insan sınırlarını korumazsa, en yakınları dahi kardeşi, eşi, anne babası, çocuğu bile kendisini sömürebiliyor, haksızlık edebiliyor. Bilerek veya farkında olmayarak. Ne yazık ki bu gerçeği çok geç fark ettim. Hikayedeki anne kız ilişkisinde de bunun bir örneğini görmek mümkün.

Kitapta dikkati çeken ilginç noktalar;

Romanın yazıldığı dönemde Paris in nüfusu, 2 milyon

Yağmur yağdığında sokaklar çamur içinde kalıyor.

Isınmak için odun sobası, aydınlatma için gaz lambaları kullanılıyor.

10 yaşındaki çocuğa kahvaltı olarak kızarmış ekmek ve sütlü kahve verilmesi.

Eyfel kulesi herhalde henüz yok ki hiç söz edilmiyor. Birkaç tane başka kuleden söz ediliyor.