Ta 1950 li yıllarda yazılmış. Yazarın öngörüsü çok
yüksek. Bravo valla.
Yazdığı distopya, ne yazık ki, ne hazindir ki biraz
farklı bir şekilde de olsa yaşadığımız bu dönemde dünyanın pek çok ülkesinde gerçekleşme yolunda.
Artık dünyanın pek çok ülkesinde cehalet,
egemenliği ele geçiriyor. Edebiyattan, kültür sanattan, özgürlükten nefret eden/eder
hale getirilen kitlelerin desteğiyle tabi ki. İnsan tarihinin nasıl bir dönemine denk geldik. Şansımıza bak. :)
Daha geçenlerde Brezilyada, insan haklarını, kadın
haklarını aşağılayan, ırkçı, Hitler sevdalısı bir adam, yüzde 55 oy olarak
başkan seçildi. Buna benzer adamlar dünyanın pek çok ülkesinde iktidara geliyor artık. Hem de halkın büyük
çoğunluğunun desteğiyle.
Kitap okumayan, cahil/cahilleştirilen insanların beynini
yıkamak kolaydır. Çoğunluğu böyle insanlardan oluşan bir toplumu da
diktatörlerin yönetmesi kolay hale gelir. Kitapta anlatılan hikayede de kitap
okumak, evde kitap bulundurmak en büyük suçlardan. İtfaiye teşkilatının en
önemli görevi, kitapları yakmak. İnsanlar, duvarları dev ekranlarla kaplı
evlerinde sadece televizyon izleyebilirler. İzledikleri yayınlar, haberler,
diziler de tabi ki devlet/iktidar kontrolünde yandaş yayınlar. Böylece insanlar düşünmeyen, sorgulamayan, beyni
uyuşturulmuş varlıklar haline dönüştürülüyorlar. Bu sayede diktatörler/
oligarşi, iktidarını kolayca sürdürebilir hale geliyor.
Montag
Mildred
Yüzbaşı Beatty
Clarisse McClellan
Faber
Granger
Altı Çizilenler :
Mildred - “O benim için bir hiç;
kitapları olmamalıydı. Onun sorumluluğuydu, bunu düşünmeliydi. Ondan nefret
ediyorum. Senin kanına girdi ve şimdi bir bakacaksın ki sokaktayız, evimiz yok,
işimiz yok, hiçbir şeyimiz yok.”
Montag - “Sen orada değildin,
görmedin,” dedi Montag. “Bir kadının yanan bir evde kalmasına yol açtıklarına
göre, kitaplarda bir şeyler olmalı… hayal edemeyeceğimiz bir şeyler; orada bir
şeyler olmalı. İnsan bir hiç uğruna kalmaz.” / sf:72
Yüzbaşı Beatty - Hepimiz
birbirimize benzemeliyiz. Anayasa’nın dediği gibi, herkes hür ve eşit doğmaz
ama herkes eşit hale getirilir. Her insan diğer herkesin suretidir; o zaman herkes
mutlu olur çünkü sinmelerine yol açacak, kendilerini kıyaslayacakları dağlar
yoktur. Yani! Yandaki evde bulunan bir kitap, dolu bir tabancadır. Yak onu.
Silahın mermisini al. Adamın zihnine zorla gir. Okumuş adamın hedefinin kim
olacağını kim bilebilir? Ben mi? Onları bir dakika bile midem kaldırmaz.
Böylece, sonunda tüm dünyadaki evler yangına dayanıklı hale getirildiğinde
itfaiyecelerin eski işlerini yapmasına gerek kalmadı. Onlara bu yeni iş
verildi… iç huzurumuzu koruma, aşağı olmaya karşı duyduğumuz anlaşılır ve haklı
korkuya yönelik odağımızı koruma görevi verildi; resmi sansürcü, yargıç ve
infazcı oldular.
Yüzbaşı Beatty -- Uygarlığımız
öyle büyük ki azınlıklarımızın canını sıkamayız, ayaklanmalarına mahal
vermeyiz. Bu ülkede en çok ne istiyoruz? İnsanlar mutlu olmak istiyor. Onları
sürekli hareket halinde tutmuyor muyuz… onlara eğlence vermiyor muyuz? Hepimiz
bunun için yaşıyoruz değil mi? Zevk için, heyecan için? Kültürümüzün bunları
bol bol sağladığını da kabul etmelisin. / sf: 79-80
Yüzbaşı Beatty -- Bir insanın
siyasi açıdan mutsuz olmasını istemiyorsan, bir meseleyi iki farklı açıdan
sunma ki kaygılara kapılmasın; tek bir açıdan sun. Daha da iyisi, hiçbir açıdan
sunma. Hükümet verimsizse, kadroları fazla şişkinse ve vergi manyağıysa,
insanların onunla ilgili kaygı duymasındansa hükümetin bunların hepsi birden
olması daha iyi. Huzur, Montag. İnsanlara en popüler şarkıların sözlerini,
eyalet başkentlerinin isimlerini veya Iowa’da geçen sene ne kadar mısır
yetiştiğini hatırlayarak kazanacakları yarışmalar vereceksin. Onları yanmaz
verilerle dolduracaksın, “gerçekleri” boğazlarına tıkıştıracaksın, öyle ki
kendilerini tıka basa doymuş ama onca veri sayesinde kesinlikle ‘zeki’
hissedecekler. O zaman düşündükleri hissine kapılırlar. Hareket etmedikleri
halde hareket ediyormuş gibi hissederler. Ve mutlu olurlar, çünkü o türden gerçekler
değişmez. Onlara bir şeyleri yorumlamaları için felsefe veya sosyoloji gibi
kaygan zeminli şeyler vermeyeceksin. O yol melankoliye çıkar. /sf:82
Faber -- “Kitapların
hindistancevizi veya yabancı bir diyardan gelen bir baharat gibi koktuğunu
biliyor musun? Küçükken onları koklamaya bayılırdım. Tanrım, bir zamanlar öyle
çok güzel kitap vardı ki… biz onları bırakmadan önce.” Ben gidişatı çok önceden
gördüm. Bir şey demedim. …. Kitapları itfaiyecileri
kullanarak yakan sistemi sonunda kurduklarında da birkaç kez homurdandıktan
sonra duruldum., çünkü artık benimle birlikte homurdanan veya bağıran kimse
kalmamıştı. Şimdiyse çok geç.
Faber – … Ama düşünmeye zamanımız oluyor mu? ya saatte
yüz altmış kilometreyle araba sürüyorsun ve tehlikeden başka bir şey
düşünemiyorsun ya da oyun oynuyorsun veya bir odada, dört duvarlı televizyon
alıcısıyla oturuyorsun. Ki onunla tartışamasın. Neden? Televizyon alıcısı
‘gerçektir’. Anlıktır, boyutu vardır. Sana ne düşüneceğini söyler, bangır
bangır kafana sokar. O haklı olmalıdır. Öyle haklı görünür ki. vardığı
sonuçları sana öyle peş peşe söyler ki zihninin itiraz etmeye, ‘ne saçma’
demeye vakti olmaz. /sf:106
Granger – Dinlemezlerse
beklememiz gerekecek. Kitapları çocuklarımıza sözlü olarak aktaracağız ve
onların da başkalarına aktarmak için beklemelerine izin vereceğiz. Bu yöntem
uygulanırken birçok şey yitirilecek tabii. ama insanları dinlemeye
zorlayamazsın. Kendilerine uygun zamanda , ne olduğunu ve altlarındaki dünyanın
havaya uçmasının sebebini merak ederek bizim gibi bakmaya başlamaları gerek.
Şimdiki durum sonsuza dek süremez. / sf:180