Başlarda
pek sarmadı. Hatta okurken bir ara, bu, öykü mü roman mı diye önüne arkasına
baktım. Gönülsüz okuyordum. Ama ortalardan
sonra, özellikle ‘sınır’da ve sonra kitabı elimden bırakamadım. Öyle bir hüzünlendim,
kederlendim, düşüncelere daldım ki.
Heba.
Kelimenin kendisi bile tek başına hüzün verici. Hiçbir işe yaramadan yok olmak,
boşa gitmek.
Heba
olan bir yaşam. Heba olan Ziya’nın yaşamı. Çocukluğu, gençliği, erkekliği,
yetişkinliği ziyan olan bir adam. Heba olan yaşamlarımız. temel değerleri ikiyüzlülük,
yalancılık, sahtekarlık olan insanlar arasında yaşamak zorunda kalmak ne
talihsizlik.
Bu
toplum/ülke/devlet, insanları, insanların yaşamlarını nasıl da heba ediyor. Bu
ülkede erkek olmak ta pek kolay değil işte. Cehalete, kötülüğe dayalı sistem/kültür/toplum sadece kadınları ezmiyor, erkekleri de heba ediyor.
Şehirler
ne kadar kirli/kötü olursa olsun, köylerden daha kirli değil, daha kötü değil. Şehirde
hiç olmasa tek başına bir birey olarak bir nebze yaşayabilirsin. Ama köyde
asla. Farklı olamazsın. Yalnız bir birey olamazsın. Hayatı cehenneme çevirirler
sana.
Hasan
Ali Toptaş. Hakkında çok olumlu değerlendirmeler duyduğum bir yazardı. Ama
okumamıştım hiç. Tanışmış oldum. İyi ki okumuşum. Çok etkilendim. Yüreğine
sağlık.
Ziya
Kenan
Binnaz Hanım
Kenan’ın köyü –Yazıköy
Silvan Jandarma
Suriye sınırı -Ceylanpınar
Kitaptan ;
İnsanın içini
acıtan esmer bir sesle, asker ağam yoğurt ister misin, asker ağam yoğurt ister
misin diye sorup duruyorlardı bu çocuklar.” / Sf : 206 (Silvan da)
“Gördüğü hatalar yüzünden değil de, bu teğmen
insanlara, insanlara neden dayak attığını anlamak için dayak atıyordu sanki.”/ Sf:
211
“…kuralsızlığı örtmek için kurallardan daha
kalın bir örtü bulamazsınız, hayatınız boyunca işte şimdi yaptığımız gibi
yapacaksınız, yoksa toplum denen çok kıçlı ve çok başlı gardiyan canınızı fena
yakar.” / Sf: 213
Komşu bölüğün
bir komutanı var. Lakabı Kepuçuran. Aklına estiğinde hemen tabancasına
davranıyor, gözüne kestirdiği askerin on beş yirmi adım uzağında duruyor ve ona
kepinin siperini yukarı kaldırmasını emrediyor. Tahmin edeceğin gibi, sonra da
tabancasını doğrultup tek kurşunla askerin başındaki kepi havaya uçuruyor. .
Üstelik, zevkten dört köşe oluyorda sinir bozucu bir şekilde hakır hakır
gülüyor. Sadece gülse amenna, aynı zamanda tabancasını sağa sola çevirip
namlunun ucuna bile bakmadan gelişigüzel ateş etmeye başlıyor. / Sf: 216
İki kelle
alınmış. (iki kaçakçı vurulmuş) Kelle alındığında da, bu başarıyı kutlamak için
birkaç komutan bir araya gelip rakı içerler. Adetten midir bilemiyorum ama her
defasında yapılır bu. Tabii, kelleyi hangi komutan almışsa ötekileri o davet
eder. / sf: 217
“Bu arada dikkat ettin mi bilmiyorum, teğmen
öküz, bugün dayak atan komutan da hayvan diye bağırdı bana. Karargahtaki subay
da it dedi. Bu fukaralar insanı yüce, hayvanı da aşağılık bir şey sanıyorlar.” /
Sf: 223
Ziya kahırlı
bir sesle; devasa bir değirmen, sivrisinek vızıltıları, bit kımıltıları ve
silah sesleri eşliğinde dönüyor, dönerken de başında kepi mi var, poşusu mu var
demeden insanları gürül gürül öğütüp duruyor işte. /sf:236
“Banyosu ve
tuvaleti olamayan bu uyduruk binaları buraya diken ve bizi badem ağacına
astığımız aynada traş olmaya mahkûm eden yarım akıllı heriflere de ben ne
diyeyim bilmem ki? Müstahak mıyız bu sefaleti yaşamaya ha? Ayrıca, on üç aydır
buradayım, bölükteki bütün karakollarda görev yaptım ve herkesle tanıştım ama
bir tek zengin çocuğu görmedim ben, kitap çarpsın görmedim; gören bir Allah’ın
kulu varsa, çıksın söylesin.”/ Sf: 247
“Kitaba göre üç kere dur ihtarında bulunmak ve
ancak ateş açılırsa karşılık vermek icap eder ama sen buna kulak asma hiç,
burada kitapların sözü geçmez.” /Sf: 253