27 Temmuz 2024 Cumartesi

995 km - Murathan Mungan

 

Okudum bitti. Çok etkileyici, aynı zamanda ürpertici. 

Örgüt adına çalışan bir tetikçinin hem dış dünyasını, hem iç dünyasını gözlemliyorsunuz. 

Sıradan, kendi halinde insanlar, örgütlerin ağına düşünce nasıl da korkunç canavarlar haline dönüşüyorlar. 

90 lı yıllar, Güneydoğu Türkiye, Diyarbakır, Adana, Alanya, 

Siyasi cinayetler, faili meçhul cinayetler, siyasal islamcı örgütler,  kanlı terör örgütleri, derin devlet, gizli servisler, v.s. üzerine derin düşüncelere yönlendiriyor. 

................. 

Kitap hakkında yazılan iki güzel değerlendirme;

Gazete Duvar’dan, Barış Hakan Karayavuzoğlu şunları yazmış ;

Romanın türü, yayınevinin kapak yazısında belirttiği gibi, "kara polisiye". Kara polisiye, polisiye edebiyatının alt türüdür. Kara polisiye romanlarda suçun çözümüne odaklanmak yerine, suçun toplumsal ve psikolojik nedenleri, suçlunun karakteri ve motivasyonu, suçun etkilediği insanlar ve ortam gibi unsurlar ön plana çıkar. Mungan, bu türü kullanarak Kürt sorununu, faili meçhul cinayetleri, isimsiz başkahramanı ve devletin rolünü ele alıyor. Edebiyatımızda ender rastlanan, beklenmedik bir başkahramanın anlatıları ve gözlemleriyle, yaşanmışlıklarıyla ülkenin karanlık bir dönemini anlatıyor. Mungan, karanlık bir bölgeden başkahraman aracılığıyla bir ışık yakalıyor ve okuru bu ışıkla aydınlatmaya çalışıyor.

Mungan’ın kitabına Türkiye’nin yakın tarihi demek biraz hafif bir tanımlama oluyor, kitap Türkiye’nin kanlı ve karanlık bir tarihinin tanıklığını yapıyor.

https://www.gazeteduvar.com.tr/murathan-munganin-995-kmsi-yas-aci-ve-yuzlesme-haber-1650282

 K24’ten Sırma Köksal da, şunları yazmış;

 995 km her ne kadar polisiye kurguyla yazılmış olsa da aslında bir korku romanı. Buranın coğrafyası ve hafızasıyla çatılmış öyküsü bize özgü bir şiddet-korku-iktidar sarmalını anlatıyor.


https://www.k24kitap.org/kritik/polisiye-kurguyla-yazilmis-burali-bir-dehsetin-romani-dunya-mi-kucuk-biz-mi-her-yerdeyiz-4339

 


10 Haziran 2024 Pazartesi

Ateş ve Kılıç – HENRYK SIENKIEWICZ

 

Başlıca karakterler ;

Jan Kretuski : Leh subayı, teğmen, albay

Prenses Helen Kurcewicz : Kazak 

Dük Yarema Wisniowieçki : Leh

Onufry Zagłoba

Bogdan Şmielniçki : Ukrayna Kazaklarının başı

Longinus Podbipięta : Litvanyalı, bakir asker, dev kılıcın sahibi

Bohun : Kazak savaşçı

 

Kitabın yazarı, Henryk Sienkiewicz, (1846, Polonya – 1916, İsviçre) 1905 Nobel Edebiyat ödülü alan Polonyalı yazar. muhafazakar, ulusalcı bir kimliğe sahiptir.

Kitap, 1884 yılında basılmış. Gerçek tarihi olaylara dayanmaktadır. 

Bir üçleme serisinin ilk kitabıdır. 

Bir sinema filmine de uyarlanmıştır.

Romanda, 17. Yüzyılın ikinci yarısında, Kırım Tatarları ile 

Zaporojya Kazaklarının, Lehistan Krallığına isyan ederek, Lehistanlılar (Polonyalılar) la yaptıkları savaş anlatılmaktadır. 

Yazar, olayları, Leh subayların kahramanlıkları ve karşı tarafta savaşanların barbarlıkları çerçevesinde aktarıyor. 

Acımasız bir savaş, yağma, talan, katliamlar, işkenceler, yakıp yıkmalar…

Lehistan Krallığı, isyanı bastırmak ve egemenliğini tesis etmek için, 

İsyancılar ise Krallığın baskılarından kurtulmak, özgürlüklerini elde etmek için aynı şeyi yapıyorlar : acımasızca geçtikleri yerleri yakıp yıkıyorlar, yağmalıyorlar. sivil, kadın, çocuk,  asker, savaşçı ayırt etmeksizin öldürüyorlar, işkenceler yapıyorlar.    

Adı geçen Yer isimleri : Lehistan, Ukrayna, Litvanya, Lubnie, Valakya, Çerin,

Rozloghi, Çerkassi, Volinya, Dinyeper, Kırım, Siç, Kiev, Korsum, Wassilowska, 

Bialocerkiew, Progrebiç, Varşova, Polonna, Bar, Veladinka, Kamenetz, Leopol, 

Wolhinya, Raszkow


Kitaptan Altı Çizilenler ;

Sf-111 : Kazak Beyi : Gururlu beyler tarafından uzun süredir ezilen Kazak halkının kurtuluşu için savaşıyorum ben. Giriştiğimiz savaş, kutsal bir savaştır. Tanrı da bizimledir.

Sf – 131 : Ukrayna toprakları 200.000 savaşçısına terk edilmişti bir Kazak Kralının: Bogdan Şmielniçki

Sf -156 : birkaç hizmetçi kız yere yatırıldı bu taze kuvvet tarafından. Bir tanesi aşırı zorlamaya dayanamamış ölmüştü. Kazaklar bunu fark etmedi bile. Diğerlerine yaptıklarını yaptılar ona da.

Sf -169 : Biz kimseye ait olmak istemiyoruz! Toprak kimin? Soylunun. Bozkır kimin? Soylunun. Sürüler, ormanlar, sular, evler kimin? Soylunun. Eskiden toprak yalnızca tanrınındı. İlk kim yerleşirse o alırdı. Onurlu efendiler bizi tutsak gibi, köle gibi kullanıyorlar.

Sf – 191 : yirmi bin Tatar savaşçı. Kazaklar için kötü müttefiklerdi bunlar. Kentleri yağmalıyor, köylüleri tutsak edip Kırım ya da güneydeki pazarlarda köle olarak satmak üzere götürüyorlardı.

Sf – 193 : Dük Yarema ateş çemberini yararak ormanlardan çıkmayı başarmış, önüne ne çıkarsa yakıp yıkarak ilerliyordu. Jan Kretuski tarafından yönetilen bir süvari birliği iki bin tanesini öldürerek Kazak öncülerini yenilgiye uğratmıştı. Dükün kendisi de Progrebiç’i kuşatmıştı. “Onları öyle öldürün ki, geberdiklerini hissetsinler” diye buyruk vermişti adamlarına. Tutsaklar hemen asılıyor ya da kazığa oturtuluyorlardı.

Sf – 206 : “Efendimiz, Polonna’yı aldı. 10.000 kişiyi kılıçtan geçirdi. Kadınlar ve çocuklar dahil.

Sf- 228 : Halkın iyiliği için savaştığımı söylüyorum!.. Şmielniçki de aynı şeyi söylüyor. Ve ben ona hain diyorum… Tanrım, ben de başka bir Şmiel miyim? Bu kurnaz Kazak mı Cumhuriyetin gerçek düşmanı? Halkın önünde suçlanması gereken kişiler yüce soylular ve onların kibirleri, ihtirasları değil mi?

Sf-242 : Bir gün, sultana götürülen hurilerle dolu bir gemi geçirdim elime. Bütün kızları Kazaklarıma verdim, onlar bıkınca da boyunlarına birer taş bağlatıp denize attırdım.

 

 


24 Mayıs 2024 Cuma

PARANIN CİNLERİ - MURATHAN MUNGAN

 

Harika bir kitap. Yüreğine sağlık Murathan Mungan.

Kendini, çocukluğunu, eski Mardin’i, kendini bulma yolculuğunu anlatıyor.

1988-1996 yılları arasında kaleme almış bu yazıları. Yakın ve benzer bir coğrafyada, benzer bir sosyo kültürel iklimde büyüyünce, anlattıkları çok daha etkileyici ve hüzünlü geliyor. Sanki kendi anılarını okuyormuş duygusuna kapılıyor insan. O yüzden çok etkilendim. Hüzünlendim.

Benlik arayışı, taşrada yaşamanın verdiği can sıkıntısı, çocukluk ve ilk gençlik yılları, memleket özlemi, üveylik duygusunun verdiği acıları derinden hissediyorsunuz.

Altı Çizilenler ;

"O fotoğraflar, bizim olmadığımız zamanları aktarır bize. Tanımadığımız yakınlarımızı. Bizi beklemeden gidenleri. Bizim yaşadıklarımız gerçek, onların yaşadıkları masaldır sanki. Onların duruşları, pozları, bakışları, gülüşleri, giysileri, takıları, üstleri başları başka türlü büyüler bizi. Bu fotoğrafların çekildiği yerlerin ayrıntıları, hem bilmediğimiz bir geçmişin kapılarını açar bize, hem de ölümün gizine değgin özel işaretlermiş gibi görünür. Fotoğraflar yitirilmiş anları belgeler. Yitirilmiş anlar, zaman ile ölüm arasında en kısa yoldur. Elbette adını böyle koyamayız o yaşlarda ama, bunu bir duygu olarak, bir önsezi olarak derinlemesine yaşarız.”

“Babamın yine birine aşık olduğu, evini ihmal ettiği, geceleri geç geldiği, hiç gelmediği, annemle sık sık kavga ettiği birçok zamanlarda söylediğim bir şarkı oldu bu. Daha sonraki yıllarda her şeyin yolundaymış gibi göründüğü zamanlarda da, hiç kimseye aşık değilken, hiç kimseyi beklemezken bile, hüzünlendiğim kimi yaz gecelerinde, bu şarkıyı söyleyerek içlendiğim çok olmuştur.”

“Mardin’de İsmail Mungan’ın oğlu olmaktan ancak Türkiye’nin Murathan Mungan’ı olarak kurtulabilirdim.”

2 Mayıs 2024 Perşembe

Ve dağlar yankılandı –Khaled Hosseini

 

Çok etkilendim, hüzünlendim, duygulandım. Müthiş etkileyici, sarsıcı bir roman. Halid Hüseyin’den okuduğum ikinci kitap bu. Harika bir anlatımı var. Bu roman da Uçurtma Avcısı gibi çok etkilendiğim romanlardan biri oldu.

Yazar, Sovyet ordusunun Afganistan’ı işgal etmesi sonrası, ABD ye iltica eden bir ailenin çocuğu. ABD de, Biyoloji ve Tıp eğitimi aldıktan sonra cerrah olarak çalışmaya başlamış. Bu dönemde yazdığı Uçurtma Avcısı çok büyük rağbet görünce doktorluk işini bırakarak kariyerine yazar olarak devam etmiştir.

Afganistan’da yaşayan bir ailenin, 1949 yıllarından bugüne yaşam öyküsü üzerinden, bir ülkenin felakete sürüklenişine, Ortadoğuda insanların acı dolu yaşam öykülerine tanıklık ediyoruz.

Afganistan'da bir köyde başlayan ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılan bir ailenin dramı, aile bağları, sevgi, fedakarlık, mülteci kampları, mülklerin gasp edilmesi, savaşın yarattığı iklimde gelişen büyüyen mücahitler, sonra Taliban.

Yazar, bizi Afganistan -Kabil'den başlayıp Fransa- Paris, ABD- San Francisco ve Yunanistan- Tinos adasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle başlattığı savaş.

1980 lerde Sovyetlere karşı savaşan mücahitler..

Savaş’ın yarattığı mücahitler...

ABD’nin besleyip büyüttüğü mücahitler.

Mücahitler’in yarattığı iklimde gelişen Taliban...

Taliban’ın yarattığı yıkımlar felaketler.

Taliban’ın yarattığı iklimde gelişen İŞİD, El Kaide

ABD’nin El Kaide ile savaş bahanesiyle Afganistan’ı işgali.

Daha fazla yıkım, daha fazla ölümler.


Karakterler ;

Peri ve Abdullah : iki kardeş

Sabır : Peri ve Abdullah’ın babaları

Pervane : Peri ve Abdullah’ın üvey anneleri

İkbal : Peri ve Abdullah’ın üvey kardeşleri

Golam : İkbal’in oğlu

Masume : Pervane’nin ikiz kız kardeşi, engelli

Süleyman – Nila Wahdati : Kabilde yaşayan, hizmetçileri olan zengin aile

Nebi : Pervane ve Masume’nin abisi, Wahdati ailesinin hizmetinde çalışıyor

Dr Markos Varvaris  : Yunan, plastik cerrahi doktoru, insani yardım kuruluşunda çalışıyor


Kitaptan notlar :

Bir düğün yemeği : pirinç pilavı, üstü patlıcan kızartması

Okul : köy camisinin arka odası

Öğretmen Molla Şekip : çocuklara okuma yazma öğretiyor, kuran ve şiir ezberletiyor

Kabil de – Babür’ün türbesi, Darülaman Sarayı

Üvey anne Pervane, tandırda ‘nan’ yapıyor.  Sf-21

Bir ritüel –bir bebeğin doğumunu kutlama amaçlı- bir ‘motreb’ şarkı söyleyecek, biri de tef çalacak. Sf -47

Pervane ve Masume – iki kızkardeş – 13-14 yaşlarında- afyon yaprakları ile tütünü karıştırıp nargilede içiyorlar. Sf-65

Naswar tütünü çiğneme. Sf-92

Bay Wahdati’nin öğle yemeği – mercimek çorbası ve ‘nan’. Sf- 100

2002 yılları – Ahmed Şah Mesud ile Gülbettin Hikmetyar güçleri arasında savaş. sf-124

1982 – Abdullah ABD ye iltica etti. sf-161

1974- Nila Wahdati ile röportaj – Nila 44 yaşında, Peri 24 yaşında. sf-179

Calozay mülteci kampı –Pakistanda- savaştan kaçan Afganlıların kaldığı kamp. sf-257

 Altı Çizilenler :

Sayfa 330-331 : (Dr Markos) yıllar sonra şunu anladım ki – dünya sizin içinizi görmüyor, derinin ve kemiğin maskelediği umutlarınızı, hayallerinizi ve kederlerinizi zerre kadar umursamıyor.

Gerçek işte bu kadar basit, bu kadar saçma ve bu kadar gaddar. Güzellik gelişigüzel düşüncesizce dağıtılmış, hakkıyla kazanılmamış muazzam bir armağandır.

Uzmanlık alanımı Thalia gibileri düşünerek seçtim.

Bistürümin her darbesiyle bu eşitsizliği gidermek, onlara yapılan keyfi adaletsizliği düzeltmek istedim.

Sf- 365 : Amerikaya iltica eden Abdullah, kızı Peri’yi Farsça derslerine gönderiyor.

Peri çok gönülsüz olmasına rağmen baba, Peri ye şunu söylüyor : “kültür bir evse, dil de ön kapının ve içerdeki bütün odaların anahtarıdır. Onsuz darmadağın olursun. Doğru düzgün bir yuvadan, meşru bir kimlikten yoksun kalırsın.”

Sf-387 : anneme karşı çok daha müşfik olmam gerekirdi. Sevecenlik bir insanın asla pişman olmayacağı tek şey.

Yaşlandığında kendine kesinlikle şöyle demezsin : ah, keşke şu şu kişilere iyi davranmasaydım.

Sf- 396 : hep bir yokluk duyumsadım. Kaynağı olmayan, muğlak bir sızı. Doktora neresinin ağrıdığını gösteremeyen, ancak canı acıyan bir hasta gibiydim.


Künye : 

Kitabın özgün adı       : And the mountains Echoed

Yayınevi                     : EVEREST YAYINLARI

Sayfa Sayısı                424

Basım Yılı                  2013

27 Nisan 2024 Cumartesi

Kiyoto - Yasunari Kavabata

Hatırladığım kadarıyla Japon edebiyatından ilk defa okuyorum.

Kitap tam da Japonları andırıyor. Japonlar denince akla gelen şeyleri kitapta da görüyorsunuz, hissediyorsunuz. Huzur, dinginlik, doğa sevgisi, çalışkanlık, işini özene bezene yapmak, v.s. 

Bir genç kızın hikayesi üzerinden Kiyoto şehrini dolaşıyor, Japon geleneklerini, Japon kültürünü, festivallerini, bayram kutlamalarını izliyorsunuz.

Birbirine aşık 20’ li yaşlardaki gençler bile birbirlerini çiçekleri izlemeye, ağaçların yapraklarını izlemeye davet ediyorlar. Çiçekleri seyretme diye bir etkinlik. Ne kadar hoş. Ne yazık ki bize tuhaf geliyor.

İnsanlar arası ilişkilerde, çatışma yok, kavga gürültü yok, stres yok. Çocuk, genç, yetişkin insanlar, doğanın sunduklarına büyük saygı içerisinde adeta huşu içerisinde doğaya sevgi besliyorlar.

Kitabın yazarı Yasunari Kavabata, 1968 yılında Japonya’ya ilk Nobel Edebiyat ödülünü kazandırmış ve 2. Dünya Savaşına katılmayı reddetmiştir. Ne yazık ki 1972’de intihar etmiştir.


Karakterler ;

Çieko : genç kız, 20 yaşında

Misuki Şiniçi :

Sata Takiçiro : Çieko’nun babası

Sige :

Otomo Sosuke : dokumacı ustası

Hideo : Sosuke’nin büyük oğlu, 30 yaş

Naeko : Çieko’nun ikiz kız kardeşi

 

Kitaptan ;

Sayfa 12 : Kiraz ağaçları erguvan rengi çiçekleri ve alabildiğince aşağıya sarkmış dallarıyla tapınak bahçesinin en güzel süsü olarak, göze çarpmaktaydı. Ağaçlar sanki tapınağa kendi damgalarını basmış gibiydiler. Eski imparatorluk şehrinin baharını bu kiraz çiçeklerinden daha iyi ne ifade edebilirdi?

Sayfa 50-51 : Ağaçların güzelliğinin nedeni böylesine temiz tutulan bu şehrin güzelliğinin de nedenidir. Karanlık, eski ve göze çarpmayan evlerin sıralandığı Gion semtinin daracık sokakları bile çoğu zaman pırıl pırıldır.

 


Künye ;

Yayınevi         :           CEM YAYINEVİ

Yayın Yılı       :           2000

Kitabın orijinal basım tarihi : 1962

Dili      :           Türkçe

Sayfa Sayısı    : 230   

Çeviren           :           ESAT NERMİ