16 Ağustos 2012 Perşembe

Türkiye Bayrama Afiyetle Giriyor: GDO başvuruları geri çekildi! | Greenpeace Akdeniz

Türkiye Bayrama Afiyetle Giriyor: GDO başvuruları geri çekildi! | Greenpeace Akdeniz

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF), sivil toplum ve kamuoyunun görüşlerini dikkate alarak 29 adet gıda amaçlı GDO için ithalat başvurusunu geri çektiğini duyurdu.
TGDF, GDO konusunda kamuoyunun hassasiyetini göz önüne alarak, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na gönderdiği resmi bir dilekçe ile 29 GDO gen başvurusunu geri çekti.
Yapılan açıklamada “TGDF, GDO konusunda kamuoyunda uzun bir süredir yaşanan endişenin ve karmaşanın bir an önce sona ermesi için Biyogüvenlik Kurulu’nu göreve davet etmekte, kaçınılmaz bulaşmadan kaynaklanan sorunları çözecek adımların atılmasını talep etmekte ve söz konusu müracaatı geri çekmektedir” dendi.
Greenpeace olarak, bir süredir TGDF’nin gıda amaçlı GDO başvurusunu geri çekmesi için “yemezler” kampanyasını yürütüyorduk. Bu kampanyada, gıda sektörünün lider markalarına GDO’ların soframıza gelmemesi için aktif rol almaları çağrısında bulunduk.
Türkiye’nin tüm gıda ve içecek firmalarını barındıran federasyonun aldığı bu karar, tarihi bir adım. Halkın GDO hassasiyetini TGDF’ye ileten, başta Ülker ve Karaköy Güllüoğlu olmak üzere Sana, Eti, Algida, Saray, Nestle, Yayla ve Seyidoğlu gibi TGDF bünyesinde yer alan firmalara sağduyulu tavırlarından dolayı teşekkür ederiz.
Federasyonun açıklamasından, söz konusu başvuruların, ürünlerinde GDO kullanmak amaçlı değil, sadece istemsiz GDO bulaşıklığından kaynaklanan sıkıntılara bir çözüm bulma çabası olduğunu anlıyoruz.
Bu konuda en büyük başarı, GDO konusunda hassasiyetini aktif olarak dile getiren halkın. Bu başarı, vatandaşın karar mekanizmalarını nasıl etkileyebileceğinin en güzel örneği.
TGDF’nin takdirle karşıladığımız bu kararı çok anlamlı bir adım. GDO’suz Türkiye yaratmak için şimdi sıra, GDO’lara karşı olduğunu açıklayan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker’de.

Destek Ver!

Greenpeace'in kampanyalarının tek kaynağı, bireylerin verdiği maddi destekler. Greenpeace, hiç bir şirket ve devletten maddi destek ve sponsorluk kabul etmez. Bu sayede, çevre suçlarına karşı bağımsız ve tarafsız kampanyalar yürütebilir.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Hayat Bir Dejavu: eşyaların hikayesi

Doğaya duyarlı bir güzel blogtan (http://hayatbirdejavu.blogspot.com/)
çok etkileyici videolar içeren bir postu sizlerle paylaşmak istiyorum...beğenirseniz siz de paylaşabilirsiniz.
doğayı ve insanı sömüren acımasız sistemin çirkin yüzünü çok güzel ortaya koyuyor...
umarım bir gün insanlar bu vahşi acımasız sistemi beslemekten vazgeçerler ve daha sade daha doğal bir yaşam kurarlar.. 

(http://hayatbirdejavu.blogspot.com/2012/08/esyalarn-hikayesi.html)


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Zaman Çarkı – Ken Grimwood

 


Nihayet bitirdim. :) Kitap resmen elimde süründü. Kitabı düzenli okumayınca konudan uzaklaşıyorsun, kopuyorsun ve fazla zevk almıyorsun.

Bu kitap ta yazarın diğer kitabı (Sil Baştan) gibi ölüm ve yaşam üzerine düşündürüyor insanı.

"Sil Baştan" kitabı çok etkilemişti beni. Sarsmıştı. Epey bir süre etkisinde kalmıştım. Ama bu kitap o kadar etkilemedi, sarmadı.
1700 lü yıllarda doğan ve hiç yaşlanmayan, ölmeyen, hep genç ve güzel kalan Christine (Elise) adlı bir kadının yaşam öyküsü.
Kadının 1700 lü yıllardaki yaşamını izlerken, hop 1980 li yıllardaki yaşamına geçiyorsun. Aynı insanın bir 1700 lü yıllardaki yaşamını, bir 1980 li yıllardaki yaşamını izliyorsun. Zaman tüneline binmiş gibi hissediyorsun. Bazen ilginç geldi, bazen da sıkıcı..
Kadının hayatına giren insanlar, kocaları, sevgilileri, arkadaşları doğal olarak yaşlanıyorlar ve ölüyorlar. Elise ise hiç yaşlanmıyor ve hep genç kalıyor.
Böyle bir durumda, tanrısal bir güce sahip olduğu için Elise’ in için için sevineceğini mutlu olacağını sanıyorsunuz. Ama aksine, ne oluyor böyle? Ben niçin yaşlanmıyorum? Bütün sevdiklerim gözümün önünde tek tek ölüyor ve ben seyrediyorum. Ben bir lanete mi uğradım? diye düşünüyor ve acı çekiyor. Büyük bir servete zenginliğe sahip olduğu halde pek te mutlu olmayan bir yaşam sürdürüyor.
İlk önce insana çok cezp edici muhteşem bir şey gibi geliyor uzun yaşamak, 300 yıl yaşamak. Ne kadar harika bir şey olurdu diye düşünüyorsunuz. Değil 300 yıl 3 yıl daha fazla yaşamak için insanlar bütün servetlerini verirlerdi. Ama kadının bu durum karşısında yaşadıklarını duygularını hissedince gerçekten o kadar da muhteşem bir şey olmadığını o kadar da matah bir şey olmadığını fark ediyorsun, hissediyorsun.
Önemli olan, değerli olan şey daha uzun yaşamak değil. Elinizde sınırlı bir yaşam süresi var. Bu sınırlı yaşamını, yaşadığın her anın değerini bilerek hissederek yaşamaktır önemli olan.

..........................................................................................

Altı çizilenler :

Cambridge, Massachusetts – 1980

Leonard hepsinin toplumdaki eşitsizliklerle, yanlışlıkların kendilerine anımsatılmasını istemediklerini biliyordu. Oysa lise yıllarında, altmışlı yılların sonuyla yetmişlerin başlarında durum ne kadar da farklıydı! O zamanlar herkes Leonard’ın kaygılarını paylaşır, her biri onun gibi kendilerini insani prensiplere gerektiğinde canları pahasına adamaya gönüllü olurdu. Günümüzdeyse dışarıdaki göstericiler gibi düşünenler her geçen gün küçülen bir azınlığın mensupları haline dönüşmüşlerdi. Artık herkesin derdi bambaşkaydı. Daha iyi bir iş nasıl bulabilirim, nasıl terfi edebilirim, nasıl daha fazla para kazanabilirim, nasıl daha uzun yaşayabilirim?

Versailles – 1695
Madam de La Maisonfort yaşam sevinci ve heyecanıyla dolu, yepyeni fikirleri olan biriydi… Tanrı ve kiliseyle ilgili de gizemli ve değişik görüşleri vardı. Christine’e çocukken öğretilenlerden çok farklı görüşler.

Christine, Madam de La Maisonfort’un anlattığı önsezi ve sonsuzlukla bütünleşme kavramlarına benzer etkileyici düşünceler hakkında kimseyle konuşmaması gerektiğini biliyordu. En önemli olan şey aşktır demişti öğretmeni bir keresinde. Tanrı aşkı, yaşayanlara duyulan aşk, güzel olan her şeye duyulan aşk. Aşırı dindarlıkla kilisenin törenleriyse boş işlerdi.

Bunlar çok tehlikeli düşüncelerdi. Chartres Piskoposu da böyle şeylerin konuşulmasını yasaklamıştı. Eğer Madam de Maintenon böylesi devrimci görüşlerin hala savunulduğunu öğrenirse, her ne kadar yalnızca Christine gibi özel öğrencilerle konuşuluyor olsa da bir hayli öfkelenirdi.

Neden herkes dini fikirlerdeki küçücük bir farklılığı bu derece abartıyor ki? Daha da ötesi Madam de La Maisonfort’un öğrettiği şeylerin nesi yanlış? Sadece sevginin en önemli şey olduğunu söylüyor hepsi bu.

St. Petersburg, Rusya -1722
Christine’ in Moskova’yla ilgili ilk anılarından biri, gördüğü halka açık bir idamdı. Suçlu bulunan kadın boynuna kadar buz gibi toprağa gömülmüş, zina suçu işlediği aşığı da hemen üstünde asılmıştı. Kadın donarak can verinceye dek her nasılsa tam beş gün beş gece hayatta kalmıştı.

Plaisance, San Domingo, Fransız Bölgesi- 1734
- Ama onlar senin değil mi? Sana ait değiller mi?
- Tarlamda çalışırlar. Ben de onlara bana bu ayrıcalığı bahşetmelerinin karşılığını öderim. Çoğunluk onlara sahip olduğumu söylese de ben bu terimi kullanmayı tercih etmiyorum.
Ama yanlış bir şey söylememişti ki! Siyahlar köleydiler. Yasal olarak mal sayılırlardı. Kimse bunu inkar edemezdi.


Plaisance, San Domingo, Fransız Bölgesi- 1779
On yıl boyunca François Revel’le aşk yaşamışlardı. Onca yılı dans edip, yüzerek, birbirlerinin tutkulu kolları arasında adada dolaşarak geçirmişlerdi. Balolarla, maceralı yolculuklarla, tepelerde keşfettikleri gizli şelalelerin etrafında geçen bir hayat. Ve her sabah uyandığında boş yere ilk yaşlanma belirtileri görme umuduyla dualar ederek ayna karşısına geçerdi. Teni o artık nefret etmeye başladığı tazeliğini, bedeni o genç kız esnekliğini hiç yitirmiyor, oysa bu sırada François hızla orta yaşlı bir adama dönüşüyordu.

New Orleans - 1815
Rebecca şu an vatanseverlikle filan ilgilenecek halde değildi. Bu gece başını sokacak bir yeri bile yoktu. Parası da en fazla birkaç gün içinde suyunu çekerdi. Tüm bunlara rağmen nezaketle yanıt verdi. “Evet efendim. İngilizleri bir kez daha yendiğimiz için gurur duyuyorum.”

Madam Corinne elini boş ver bunları der gibi salladı. “Kazanmak, kaybetmek… Sonuca bakarsan savaşların hiçbir anlamı yoktur. Bir süre sonra bütün zaferler parlaklığını yitirir. Önemli olan değerlerdir. Bu kıtanın, bu çağın değerleri.”

Boston -1973
……Tarih her şeyi sıraya sokar. En güçlü ülkeler ve çağlar bundan nasibini alır. Krallar ve dahiler arkadaşın gibi olur. Savaşları izleyince sadece birkaç sıra dışı insanın varlığının önemli olduğunu geri kalan binlerin ise olsalar ne olur olmasalar ne olur sınıfına girdiğini fark etmeye başlıyorsun.

Elise : -“Sen ölümsüzlüğün ya da ona yakın deneyimin neler hissettirdiğini öğrenmek istemiştin. Bu bir geminin köprüsünde oturup değer verdiğin herkesin okyanusun dalgaları arasında kayboluşunu izlemek gibi bir şey. Gemi harika bir adaya doğru seyrediyor ve sen de durduğun yerden bu adayı görebiliyorsun. Her dakika sahile biraz daha, biraz daha yaklaşıyor ama bir türlü ulaşamıyorsun. Ve her seferinde sulara bakıp neredeyse geldik diye bağırdığın her anda sevdiğin birinin dalgalar arasında yitip gittiğini görüyorsun. Söylesene Patrick, coşku böylesine bir yaşamın neresinde olabilir? Nihai yalnızlık denilen şeyi hayal edebiliyor musun?

Patrick : - “Günü yaşayacağız. Daha fazlasını umut etmeden birlikte olduğumuz her anın tadını çıkartacağız. Bundan sonra bu uğurda uğraşmak, ihtiyarlık uzmanlarına koşmak, yaşlanmamı geciktirmek ya da süreci tersine dönüştürmek için çabalamak yok.”

“Zamanımı ölümsüzlük idealleri peşinde koşarak değil seni severek geçirmek istiyorum. Artık vazgeçmek, sonunda öleceğim fikrini kabul etmek istiyorum. Bunu yapmazsam hayatı kabul etmemiş olacağım. Ve biz de çok şey kaybetmiş olacağız. Hem de çok şey.”

Elise uzanıp saçlarını okşarken o da başını göğsüne koyup sımsıkı sarıldı. Rahatlamanın, kabullenişin getirdiği huzur her ikisini de etkisi altına almıştı. Ölüm artık kabullendikleri bir şeydi ama varlığını kabul edince onu yaşamlarının uzak köşesine itmeyi başarmışlardı.

......................................................
Arka Kapaktan :

Ya sizi bekleyen bir son olmasaydı...

Hayatındaki insanlar birer birer siliniyor. Kocaları, sevgilileri, ailesi ve arkadaşları yaşayıp ölüyor ama o hep aynı kalıyor. Sevdiklerini kaybederken hep çaresiz. İnsanlar onun neden sürekli genç göründüğünü merak ettiğinde ise yer değiştirmek zorunda. Tüm olasılıklar karşısında üç yüz yıl yaşamış biri olarak yanlış bir şey söylediği an, zaman çarkı tepetaklak olabilir.

Elise tıbbi bir mucize sonucu ebediyen genç kalacaktır. Hayatı üç yüz yıl önce başlamıştı. Versailles Sarayı'nda, 14. Louis'nin hükmettiği bir devirde. İlk kez her şeyi göze alıp sonsuz gençliğinin sırrını, sevdiği adamla paylaşmaya karar verdiğinde bu isteğinin neden olacağı tehlikeleri (hem kendisi hem de tüm dünya için) hayal bile edemez. Bilim bu duruma yanıt verecek bir seviyeye ulaştığında ancak birileri onun çaresizliğini görebilecek.

Sonsuza dek yaşamak ve hiç yaşlanmamak... Bir tek kırışıklık ve kırlaşmış saç için her şeyini vermeye hazırdır Elise. Yalnızca sıradışı bir kahramanın hikayesi değil aynı zamanda insanlığın en tutkulu arayışının büyüleyici bir keşfi.