31 Aralık 2012 Pazartesi

2013 - Yeni Yıl Dileklerim


Bu aralar içimde sıkıntı oluşturan 2 dertten kurtulayım. Birincisi, çok istediğim tayin işim  gerçekleşsin, diğeri de  8 ay önce bitmesi gereken dairemiz, sağ salim teslim edilsin..
Çocuklarım daha mutlu, daha başarılı olsunlar.
Kötülükler, kötü insanlar ailemizden, çocuklarımızdan uzak olsunlar..
Sağlık, huzur, aşk, sevgi, başarı, zenginlik dolu bir yıl olsun..
BBM (Bizim Bloglar Mahallesi), “dayatılan”ın istediği ideal düzeye ulaşsın..

Can dostum arkadaşım Mesut, yaz tatilinde Türkiyeye gelsin.. gezelim tozalım.
Ülkemizin canını yakan iç çatışma-savaş-terör yok olsun, bitsin. Barış ve huzur gelsin memlekete...
Dünyada savaşlar, açlık, yoksulluk son bulsun...
Ülkelerin başına öncelikle insana ve doğaya önem veren, iyi kalpli, vicdanlı, merhametli yöneticiler gelsin..
İyi insanların sayısı çok çok artsın…
Nissan Qashkaim olsun. Bu olmasa chevrole cruze da olur..:)
Motosikletim olsun..

Beşiktaş şampiyon olsun..

Çocuklarımla birlikte İnönüde Beşiktaş maçını izleyeyim..

Kızıma iyi bir fotoğraf makinası, iki aslana  da tablet pc alayım..
Kedi veya köpek bir evcil hayvanımız olsun..

Saha tenisine başlayayım..

Düzenli spor-egzersiz yapayım..

65 kg olayım..

Müzik çalışmalarına başlayayım..

Arama kurtarma-dağcılık ekiplerine katılayım.

Zamanımı kontrol edebileyim.

Blog dünyasının üstadı, Deep’ le tanışayım.. :)
Selma, gönlüne göre süper bir eş bulsun..:)
Servet, gönlüne göre bir eş bulsun ve tayini olsun..

Tüm Blogger dostlarının yeni yılı kutlu olsun...

9 Aralık 2012 Pazar

soğuk büfe - Murathan MUNGAN



Edebiyat ve sanata gönül vermiş bir güzel insan, zarif bir insan, şair ve yazar Murathan MUNGAN 'ın şimdi bazısı artık yayınlanmayan, 80 li 90 lı yıllarda çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış yazılarından seçilmiş bir derleme..
İsimlerini görünce, yaşı benim gibi 40 lı yaşlarda olanları geçmişe götüren dergiler, gazeteler.. 
Yeni İnsan, Gökyüzü, Express, Kadınca, Gösteri, Adam Öykü, Öküz, Birikim, Adam Sanat,  Vizyon, Elele, Radikal iki, Yeni Yüzyıl, Gazete Pazar, v.s..
Genelde gazete yazılarından derlenerek yapılan bu tür kitaplar pek sevilmez. Ama ben seviyorum. Benim gibi sevdiği yazıları atmaya kıyamayanlar için iyi oluyor. Gazetelerde çok sevdiğim güzel makaleleri yazıları keser saklardım bir zamanlar. Saklaması zor olsa da.
Kitap  eski tarihli de olsa Türkiyede pek bir şey değişmediği için güncelliğini koruyor.
İnsan, aşk, sanat, edebiyat, tiyatro, sosyal sorunlar üzerine, kısaca yaşama dair pek çok şey var kitapta..
Altını çizdiklerimden bir kısmını paylaşayım..

Altı Çizilenler :


..galiba Brecht’in bir oyununda, kahramanlardan biri, ötekinin “inanıyormusunuz?” sorusunu şöyle yanıtlar :
“daha fazlasını yapıyorum, anlamaya çalışıyorum.” /Sf:67 Gökyüzü dergisi-1987

Sonuçta bir gün bütün bu savaşların, çatışmaların biteceğini  düşünüyorum. Herkesin birbirine dil, din, ulus, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin kucak açacağı günlerin geleceğine inanıyorum. İnsanlık için başka bir yol yok çünkü./ sf:84 - Hürriyet-1994

Yaşam hakkında edindiğimiz çoğu ilkbilgileri sonradan değiştirmeyi unuturuz. Yeniden gündemimize köklü bir biçimde gelmediği sürece de onlar hakkındaki ilkbilgilerimiz geçerliliğini korur. Bu yüzden ilkyaşlarımızda başkalarından edindiğimiz önyargılar, basmakalıp düşünceler, hazır formüller uzun süre yaşantımızda bizi yönlendirir. Ve biz yeni sorular üretip, bakış açımızı zorlamadıkça onlarla birlikte kardeş kardeş yaşar gideriz. Gün gelir belki çocukları, leyleklerin getirmediğini öğreniriz ama, birçok başka konu ve alandaki “çocukları” leyleklerin getirmiş olduğunu düşündüğümüzün farkına bile varmayız./ sf:134-135 - Gösteri dergisi-1982

Roman, yoksul hayatımıza bir şaşaa kazandırıyor kendi gözümüzde. Bize tamamlanmışlığın zaferini tattırıyor, sahte zaferini.
Hikaye ise, katı gerçekliğiyle hayatımıza daha çok benziyor: parçalanmış, kırık dökük, sonunun ne olacağını bilemediğimiz, belirsiz, ucu açık.. yarını olmayan….
Galiba asıl bundan korkuyoruz. Hayatımızdan../sf:156 Adam Öykü dergisi-1998

Taşınmak :
Sürekli oturmak üzere bir yerden başka bir yere giderek yerleşmek.. yalnızca bu kadar mı? İnsan yalnızca dış dünyada bir yerden bir yere gitmiyor, aynı zamanda kendi içinde de bir yerden bir yere gidiyor. Taşınmak, bir tür dönemeç, insan hayatında bir sayfanın kapanıp bir başka sayfanın açılması..
Geçmişi güzel taşımak gerek, geçmişin anılarından şimdiyi yaşamayı engelleyecek birer pranga yaratmamak gerek. Yeni evin kendi anılarına gereksinimi var, kendi takvimine, kendi tarihine, kendi “aura” sına; ancak böyle kendine ait bir hayatı olabilir..
Üstelik bu kendi evim. Hayatta ilk kez ev sahibi oldum. Kimsenin sırtından kazanılmamış para! Hiç kimseye yalan söylemeden, kimseyi sömürmeden…
Harcında sevgim, emeğim, alınterim var. Üstelik bunları, toplumun büyük kesiminin ilgilenmediği, çoğunun dışladığı şiir, öykü, oyun ve yazı yazarak başardım.
Sf :190-191 Öküz dergisi -1996

Birikim :
Düşünce dünyamızı aydınlatmada , yönlendirmede dergilerin büyük payı ve önemi vardı. Dergiler başlı başına bir coşku ve esin kaynağıydı. Neredeyse bir okul işlevi görürlerdi. /sf:212 Birikim-1997

Mahmud ile Yezida
Mahmud ile Yezida benim ilk oyunum, ilk kitabım, bu anlamda en çıplak kalbimle yazdığım ilk çocuğum. Bundan sonra ne yazarsam yazayım, o andaki masumiyeti bir daha hiç yakalayamayacakmışım gibi geliyor bana. İlk aşkın, ilk sevişmenin tekrarlanma olanağı olmayan masumiyetine benzer bir şey var bu oyunda. Sf:221 ADT-1993

Lı Rojhılate Dile Min (Kalbimin Doğusunda)
Türkiyede bir ilk galiba bu. Türkçe yazan bir şairin, şiirlerinden yapılan bir “seçmenin”, o topraklarda konuşulan başka bir dile (Kürtçe) çevrilerek yayınlanması. Aynı zamanda bir başka dilde yayınlanmış ilk kitabım oluyor. Başka bir dilde yayımlanmış ilk kitabımın Kürtçe olması, sızılı bir gurur, yaralı bir sevinç veriyor bana.
Başka bir dil derken, ailemin bir kanadı Kürt olduğu için kendime yabancılaşıyorum elbet. Ama bu yabancılaşmadan sizin de payınızı almanız gerek; çünkü sonuçta uzak bir ülkenin değil, içinde yaşadığımız bu çok kültürlü coğrafya parçasında yanı başınızdekinin dilinden söz ediyorum. Yasaklanan dilinden. Hem size, hem kendilerine kapatılan dilinden.
.. Türkçeyi vatan bellemiş bir şair ve yazar olarak, bunca yıllık yasaklı bir dilde ses soluk bulmak gönendiriyor beni.
Çevrilmek yerine, elbet kendim isterdim, Kürtçede de Arapçada da yazıp okuyabilmeyi. Bu coğrafya da, ben de, Osmanlının bütün tarihi de bunu hak ediyordu. /sf:236 yeni yüzyıl-1996

İnsanların birbiri gibi olmasının erdem sayılageldiği bir toplumda elbette değişikliğe, başkalığa, farklılığa tahammül duygusu gelişmez. Bu yüzdendir ki, demokrat karakter yapısına sahip insan yetiştirmekte bunca güçlük çekiyoruz. Geriye kalıyor çifte standardın, çifte ahlakın egemen olduğu bir toplumda en geçerli yol olan ikiyüzlülük./sf:256 Cumhuriyet-1985

Babaseksüel toplum
Babaya bu kadar meraklı olmak, aynı zamanda hep çocuk kalmış ve bir türlü büluğ çağını aşamamış bir toplum olduğumuzun da göstergesidir. Sürekli yeniyetmeliğin sivilceli sorunlarıyla boğuşmak durumunda kalan, hep kandırılmaya, avutulmaya korunmaya yada öksüz bırakılmaya açık, kendi çözemediği bütün sorunlar ve sorumlar için baba arayan bir toplumun, yalnızca memleket içinde değil, yeni dünya düzeni içinde de kendine baba araması kaçınılmazdır. Sf:307  - Öküz dergisi-1996

29 Kasım 2012 Perşembe

Bir kısa mesajla şiddete maruz kalan kadın ve çocuklara destek olabilirsiniz


Bir kaç iyi insan, aile içi şiddet mağdurlarına yardım etmek, destek vermek için yoğun çaba gösteriyorlar. Bu güzel çabalarında onlara destek olmamız gerekir. Siz de küçük bir katkıda bulunmak isterseniz ;

Bir kısa mesajla şiddete maruz kalan kadın ve çocuklara destek olabilirsiniz

"Türkiye’nin ilk ve tek 7 gün 24 saat açık “Aile İçi ŞiddetAcil YardımHattı” 2007 yılından bu yana da şiddet mağdurlarına psikolojik, hukuki destek sağlıyor, acil durumda olan vakaları polis ve Sosyal Hizmetler’le işbirliği yaparak koruma altına aldırıyor. Hattın telefonlarına sadece bu konuda eğitimli psikologlar bakıyor ve hukuki soruları deneyimli hukukçular yanıtlıyor. Acil Yardım Hattı bugüne kadar 14 bine yakın şiddet mağduruna destek verdi. Aralarında 1.224’ü can güvenliği açısından acil durumdaydı. Acil Yardım Hattı Türkiye’nin81 şehrindenve 13 ülkeden çağrı aldı.
Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı: 0 212 656 96 96 – 0 549 656 96 96
Not: Kampanyaya bağış bedeli tüm operatörler için 5 TL’dir. Avea ve Turkcell için mesaj gönderim bedeli 1 standart SMS ücretidir. Vodafone ve Turkcell’de yalnızca faturalı hat aboneleri kampanyaya bağışta bulunabilir."

16 Kasım 2012 Cuma

Murathan Mungan' ın Seçtikleriyle Bir Dersim Hikayesi


Sevgili Murathan Mungan, günümüz Türkçe edebiyatın önde gelen isimlerinden 23 yazardan Bir Dersim Hikayesi yazmalarını istemiş. Yazarlar da birer hikaye ile cevap vermişler. Yazarlar :
Ahmet Büke, Yalçın Tosun, Ayhan Geçgin, Cemil Kavukçu, Behçet Çelik, Ayfer Tunç, Burhan Sönmez, Hatice Meryem, Şule Gürbüz, Hakan Günday, Ayşegül Çelik, Haydar Karataş, Murat Yalçın, Karin Karakaşlı, Murat Uyurkulak, Gaye Boralıoğlu, Sema Kaygusuz, Yavuz Ekinci, Seray Şahiner, Murat Özyaşar, Jaklin Çelik, Gönül Kıvılcım ve Barış Bıçakçı.


Siyasal tartışmalara da konu olan çok acı bir olayı işliyor..
Kitabı okurken zaman zaman gözyaşlarımı tutmakta çok zorlandım. Sevgili Murathan Mungan’ın dediği gibi kin tazelemek için değil asla, hafıza tazelemek, acımasız zihniyetlerin karanlık dünyasını ortaya sermek için yazıldı bu kitap.
Sevgili Rakel Dink’ in de dediği gibi, “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamalıyız”
Kitapla ilgili sözü sevgili Murathan Mungan’a bırakayım ;

“Resmi tarih hegemonyasının, dilinin, söyleminin, red ve inkâr politikalarının, geniş kesimlerin gerçekleri bilme, öğrenme tutkusu, adalet arayışı ve vicdani gereklilikler karşısında gün günden zayıf düştüğü bir dönemden geçiyoruz.

Anadolu, kanlı sahne. Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkârın ardında yakın ya da uzak tarihli bir toplu mezarın yattığını... Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin, kelimelerin gömüldüğünü...

Zaman'la kabaran toprak yalnızca ölüleri, kemikleri değil hakikatleri de geri verir. Zaman'ın rüzgârı estikçe toprağın altına gömülen ne varsa yavaş yavaş çıkmaya başlar ortaya.

Tarih ve araştırma kitapları, belgeler, incelemeler bazı okurların ilgisini çekmeyebilir, kimileri özellikle uzak kalmayı isteyebilir, okunanlar çabuk unutulabilir. Oysa hikâyelerdir akılda kalan. Anlar, durumlar, sözler, sahneler, kişiler kalır. Bu seçkinin bir amacı da tarihi edebiyatla güncellemek... Hayatları ellerinden alınmışlara hayat kazandırmak.

İyi edebiyat "özcü" değildir. Olguları öze, töze bağlamaz. Olup bitenler için bir ırkı, bir ulusu, bir halkı suçlamaz. Süreci belgeleyip anlamlandırır. Onun özü insani olandır. Bu nedenle elinizdeki kitabın bir edebiyat yapıtı olduğu unutulmamalıdır. Edebiyat kin tazelemek için değil, hafıza tazelemek için yapılır. İyi edebiyat insanlara gerçekleri algılama, hakikatleri üstlenme, sorumluluk alma, gerçeğe dayanma gücü kazandırmak ister. Kırımları, kıyımları, katliamları halklar yapmaz, zihniyetler yapar. Barbar olan iktidarlar ve onun kurumlarıdır. Sosyolojik kumaşı amaçlarını gerçekleştirmek için devletin ideolojik aygıtlarıyla dokumak, "iktidar olmanın" politikasıdır. Bu nedenle mücadele edilmesi gereken halklar, uluslar değil, zihniyetlerdir. İyi edebiyat bunu bilir, bunu gösterir. / Murathan Mungan

Arka kapaktan :

"Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkârın ardında yakın ya da uzak tarihli bir toplu mezarın yattığını... Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin, kelimelerin gömüldüğünü...

"Kendisi farkında olsun ya da olmasın bu ülkede herkesin bir Dersim hikâyesi vardır. İlle de içinde olmaları gerekmez. Bazen bir ucunun kendisine değdiğini bile bilmeden yaşayıp gitmişlerdir. Ben de bu kitap için yazarlardan bunu istedim: Bir Dersim hikâyesi anlatmalarını..." —Murathan Mungan

7 Kasım 2012 Çarşamba

Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!


Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.

Atadan kalma tohumlarımız;

* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır

Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.

TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,

* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.

Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...

Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php

EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40

www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

5 Kasım 2012 Pazartesi

PSİKO analist - John Katzenbach


Müthiş bir heyecan, sürükleyici bir gerilim, elinizden bırakamayacağınız bir psikolojik gerilim. 

Ölmek, öldürmek, öldürmek zorunda kalmak, insan yaşamı, yaşamın değeri, yalnızlık, çaresizlik, intikam, kendini öldürüp tamamen farklı kişiliğe sahip yeni bir insan yaratmak, v.s üzerine düşüncelere yönelten zekice kurgulanmış güzel bir roman..
Ricky, 50 li yaşlarında, üç yıl önce eşi ölmüş, yalnız yaşayan, kendi halinde bir yaşam süren bir psikoanalist.
Rumplestiltskin, yoksulluk, sevgisizlik, şiddet ortamında büyümüş, içi nefret dolu psikopat ruhlu acımasız bir katil.
Bu iki insanın yaşamları bir şekilde kesişiyor. Bu psikopat ruhlu adam, Ricky'nin hayatını cehenneme çeviriyor. Onu intihar etmeye doğru sürüklüyor.

Kitabın öyküsünü öğrenirseniz kitaptan alacağınız heyecan oldukça azalır. O yüzden kitabın öyküsünü daha anlatmayayım. :)

22 Ekim 2012 Pazartesi

Ferrari'sini Satan Bilge - Robin SHARMA

Bundan önce okuduğum kitap “Pusula”dan sonra bu kitabı
okudum. “Ferrarisini Satan Bilge”
tesadüfen peş peşe geldi. Kitapların ana mesajı öz itibarıyla çok benzer.
Yaşamını sorgulama ve bunun sonucunda yeni bir yaşam yaratma.
Kitabı okuyunca daha dingin, daha mutlu, daha huzurlu bir yaşam yaratmanın mümkün

olduğunu hissediyorsunuz.
Yoğun iş temposu olan çok iyi kazancı olan, mesleki şöhret ve büyük bir zenginliğe sahip

50’ li yaşlarda başarılı bir avukat Julian.. geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını sorguluyor.
Sahip olduğu her şeyini satarak daha dingin, daha huzurlu bir yaşam arayışı peşinde

Hindistan yollarına, Sivana Bilgelerinin peşine düşüyor.
Zorlu bir yolculuktan sonra yüksek dağların zirvelerinde yaşayan Sivana Bilgelerini

buluyor. Ve onlardan aldığı derslerle  kendi yaşamını yeniden yaratıyor, yeniden

doğmuşçasına.
Mucizevi bir dönüşüm gerçekleştiriyor.
Aldığı dersleri, öğrendiği teknikleri arkadaşına, dolayısıyla kitabın okurlarına anlatıyor.
Yaşamınızı sorgulamak istiyorsanız, daha dingin, daha mutlu, daha huzurlu bir yaşam
yaratmak istiyorsanız, bu kitapta anlatılan yöntemler işinize yarayabilir.
Ben beğendim, faydalandım. Umarım sizler de faydalanırsınız sevgili blog dostları..

not:Altı çizilenlerin hepsini buraya yazsam nerdeyse kitabın yarısını yazmam gerekecek.
Ancak küçük bir kısmını buraya alabiliyorum.

Altı çizilenler :
Ancak kişinin kendisini bulması ve düşlerini yaşayabilmesi için kendini kontrol etmesinin yanı sıra zihnine, vücuduna ve ruhuna da sürekli özen göstermesinin zorunlu olduğunu öğrendim./sf:52
*Başkalarını yalnızca kendini sevme sanatında ustalaştığında gerçekten sevebilirsin./sf:59

*Çoğu kimse en büyük gelişimi karşılaştığı en büyük güçlüklerle kazanmıştır. / sf:71
*Zihin mükemmel bir hizmetkar, ancak berbat bir efendidir. Olumsuz düşünen biri haline gelirsen bu, zihnine özen göstermediğin ve iyiliğe odaklanmak için çalışmaya zaman ayırmadığın içindir./ sf:75
başka bir insandan üstün olmanın asil bir tarafı yoktur. Gerçek asalet, önceden olduğundan daha üstün biri haline gelmekte yatar./ sf: 93
*Başkalarının senin hakkında söyledikleri önemli değildir. Senin kendi hakkında söylediklerin önemlidir. Yaptığın şeyin doğru olduğunu biliyorsan, başkalarının yargıları hakkında kaygılanmamalısın. Kendi vicdanına ve kalbine göre doğru olduğu sürece istediğin her şeyi yapabilirsin. Doğru olanı yapmaktan asla utanç duyma./ sf: 93
*Yorgunluk büyük ölçüde zihnin bir yaratısıdır. Yönelimleri ve düşleri olmadan yaşayan insanların yaşamına yorgunluk hükmeder./ sf: 94
*Kahkahasız veya sevgisiz geçen bir günün, içinde yaşam olmayan bir gün olduğuna inanırlardı./ sf: 115

12 Ekim 2012 Cuma

Pusula - Tammy Kling

D&R da gezerken indirimdeki kitaplar arasından seçmiştim.
Doğrudan kişisel gelişim öğütlerini içeren kitaplar bazan sıkıcı olabiliyor.
Ama bu tür romanlar daha etkileyici geliyor bana. Hayatını değiştirenler, dönüştürenler, zorluklara karşı mücadele azmi veren insanların yaşam öykülerini içeren kitaplar, romanlar daha sevimli geliyor.
Sade, akıcı ve basit bir dille yazıldığı için çok rahat, bir çırpıda okunabilecek bir roman.
Kitap şu sözlerle başlıyor :
“Beş saniye, yaşamınızı sonsuza dek değiştirebilir ve hayatınızda dilediğiniz her şeyi bir anda silip atabilir. Sizi bir hiçlik arayışında vahşi doğaya gönderebilir.”
Mutlu bir aile, Boo adında 4 yaşlarında dünya tatlısı bir çocukları olan Jonathan ve Lacy çifti.
Anne baba yoğun akademik çalışmaları olan bilim insanları.
Annenin araba kullanırken ki küçük bir ihmali sonucu oluşan korkunç trafik kazasında anne ve kızı alevler arasında kalıyor. Ve ne yazık ki Boo ölüyor. Anne ağır yaralı. aylarca süren bir tedavi süreci.
5 sn de oluşan trajedi, bir ailenin bütün yaşamını darmadağın ediyor.
Bu travmadan kurtulamayan adam, karısı komadayken her şeyi, hasta yatağındaki eşini, işini, evini yaşadığı şehri terk ederek kaçıyor.
Aylar süren zorlu yolculuğunda yaşamını sorguluyor. Karşılaştığı insanlarla konuşmalarından yaşam dersleri çıkarıyor.
Bir süre sonra karısına dönüyor.
Bu defa ikisi birlikte yaşamlarını sorguluyorlar. Ve pek çok yanlışlar yaptıklarını fark ediyorlar.
Kitabın dış kapağında bulunan Sokrates’in “sorgulanmamış yaşam, yaşanmaya değer değildir.” sözü kitabın özünü oluşturuyor adeta.
Benim kitaptan aldığım dersler ;
*Başınıza bir trajedi gelmeden yaşamlarınızı sorgulayın.
*Sevgiye aşka daha fazla zaman ayırarak daha dingin bir yaşam yaratabilirsiniz.
*İnsanın şifası diğer insanlardadır./ Spinoza
Güzel bir kitaptı. Tavsiye ederim.
Altı çizilenler :
Hepimiz birbirimize –sevgiyle, acıyla ve bazan büyük olaylarla bağlıyız.
“hayattayız! Bu sabah uyandığımız şu olağanüstü güzelliğe bak.”  Bana döndü. ”kaç yazın ya da sonbaharın kaldı Jonathan? Belki yirmi? Ya da otuz? Duygularla savaşacak kadar zamanımız yok. Hayallerimiz tükense de, mutlu olmak için kararlı olmak zorundayız.”
Toin’in dünya çapında bir bisikletçi olma hayali geçmiş, ama bu, onun yeni heyecan verici olasılıklar yaratmasına engel olamamıştı.
Siz içinizde huzuru ve mutluluğu yakalamadığınız sürece, dışarıda sizi mutlu edecek hiçbir şey yoktur.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Bu kadınları tanıyın : Sarah Collins- Işınsu KESTELLİ

                              

Haftasonu Ayşe ARMAN 'ın röportajını okudum.
İlginç bir projede bir araya gelen  iki güzel kadın.
Sarah Collins- Işınsu KESTELLİ
Korkunç haberler, cinayetler, savaşlar, tecavüzler, baskıların artması, v.s
Bunlara bakıp karamsarlığa, umutsuzluğa düşebilirsiniz.
Ya da umut dolu, sevgi dolu bu iki güzel insan gibi daha güzel, daha yaşanılası bir dünya için çaba gösterebilirsiniz.

İşte O güzel röportaj :

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21634588.asp?utm_source=twitterfeed&utm_medium=facebook

26 Eylül 2012 Çarşamba

YÜZYILLIK YALNIZLIK - GABRIEL GARCİA MARQUEZ

Kitabı nihayet bitirdim. Yüzyıllık Yalnızlık. Yetişkinlik döneminde böyle zor oluyor işte kitap okumak. Lise üniversite yıllarında ne kadar rahat kitap okurduk.  Oysa şimdi kafamız o kadar meşgul ki.  İş yaşamı, ev, çocuklarla ilgilenme, sorumluluklar, vs. kitap sürekli bölünüyor. Bir kitabı eskisi gibi artık birkaç günde pek bitiremiyorum. Çoğu zaman artık 2 haftayı aşıyor. Oysa bir süre önce haftada en az bir kitap okumayı, hedeflerim arasına yazmıştım. Okumaya biraz daha fazla zaman ayırmalıyım. Neyse işte böyle kitabı okuma süresi uzayınca daha az etkileniyor daha az keyif alıyorum.
Kitabın sadece ismi bile insanı cezbediyor. Yalnızlık sözcüğü insanı neden böyle cezbeder? Kitabı okuyunca bu sorunun yanıtını daha iyi anlıyorsun.
"İnsanın yürek burkan o derin içsel yalnızlığı" nı iliklerine kadar hissediyorsun.
Burada söz edilen yalnızlık, bildiğimiz anlamdaki yalnızlıktan çok daha öte bir şey. Bu yalnızlığı hissetmek için yalnız yaşayan bir insan olman gerekmiyor. Anne, baba, kardeşler, dede, nine v.s den oluşan geniş bir aile içinde yaşıyor olsan da, evin, eşin, sevgilin, çocukların, dostların olsa da, emirlerini yerine getirmeye hazır yüzlerce insan olsada çevrende, bu derin içsel yalnızlık duygusu insanın peşini bırakmayabiliyor.
Şimdi tam hatırlamıyorum ama sanırım K dergisinde okumuştum bir söz. Sarsıcı gelmişti.
"Sakin ol evlat, yalnızlık bu, bir başınasın bu dünyada; ne baban, ne annen, ne inancın yardım edebilir sana......"

Sevmediğim yanları : Kitabın hikayesini çok sevmedim. Gerçekdışı, fantastik, doğaüstü,  hayali öğeler içeren eserleri pek sevmiyorum.
Kitapta, düşler, hayaller, gerçekler, doğaüstü olaylar içiçe geçiyor, anlatılanların hangisi hayali, hangisi gerçek, anlamakta zorluk çekiyorsun. Uçan halılar, cinler, domuz kuyruklu doğan bebekler, liberallerle muhafazakarların iç savaşı, simya, çingeneler, yıllar süren uykusuzluk hastalığı, ceset kokmasın diye civa kaynatmalar, v.s.
Birkaç kuşaklık hikayesi anlatılan geniş bir ailede doğan çocuklara sürekli aynı isimler veya benzer isimler verildiği için, kim kimin oğlu, kim kimin halası, teyzesi, kardeşi karmakarışıyor. Sürekli aile soyağacına bakmak gerekiyor. İşin komik tarafı bazan kendileride karıştırıyor. Kitabın sonlarında ailenin en son kuşağından iki kişi, birbirleriyle üvey kardeş mi,  teyze –yegen mi olduklarından emin değiller. :) Bunu öğrenmek için papazdaki vaftiz kayıtlarına bakmaya çalışıyorlar.  :)
Kitap, oldukça popüler ve de Nobel ödüllü olunca çok etkileyici  bir kitapla karşılaşacağımı düşünmüştüm. Pek öyle olmadı benim için.  

Altı çizilenler :
Peder Nicanor Reyna, baktı ki Macondo halkı sevabı günahı rafa kaldırmış, vaftiz nedir, yortu nedir unutmuş, yüreği razı gelmedi bunca rezilliğe…. Kime yanaşsa, bunca yıldır papazsız da pekala yaşayıp gittiklerini, ruhlarına kimse aracılık etmeden de Tanrı’yla işlerini yürüttüklerini söylüyorlardı. /sf : 97
Mascote' nin dediğine göre, liberaller farmasondu, kötü kişilerdi, papazları sallandırıp asacaklar, dinsel kurallara boş verip, yok medeni nikahmış, yok boşanmaymış diye yeni icatlar çıkaracaklar, evlilik dışı çocuklarada öteki çocuklara tanınan hakları verecekler, ülkeyi federal sistemle bölüp parçalayarak devletin gücünü yıkacaklardı. Oysa güçlerini doğrudan doğruya Tanrı’dan alan muhafazakarlar, kurulu düzenin savunulmasını, asayişin sağlanmasını ve aile kurumunun kutsallığının, ahlakının korunmasını istiyorlardı. Onlar İsa efendimizin dininin bekçileri, egemenlik ilkesinin savunucularıydılar ve ülkenin özerk idari bölümlere ayrılmasına göz yummayacaklar, vatanın bütünlüğünü sağlayacaklardı. Auraliano, insancıl duygularının etkisinde, evlilik dışı çocuklar konusundaki tutumları yüzünden Liberallere hak verdi. Ama elle tutulmayan şeyler üzerindeki tartışmaların nasıl olup da tarafları savaşın eşiğine getirebildiğine hiç aklı ermedi. /sf :112
Elçi, parti liderlerinin, ülkenin iç kesimlerindeki asi liderlerle ilşiki kurdukalrını ve Liberallere verilecek üç bakanlık koltuğu, temsilciler meclisinde azınlığın temsil edilmesi ve silah bırakan asiler için genel af karşılığında ateşkes anlaşması pazarlığında olduklarını doğruladı./sf: 164
Ursula, yargıçlar kuruluna, unutmayın ki, Tanrı bizlere ömür verdiği sürece ana olarak kalacağız ve sizler ne denli büyük devrimciler olursanız olun, saygısızlık yapmaya kalkıştığınız anda donunuzu sıyırıp bir güzel kötek atmak hakkımızdır./sf : 181
Üzüldüğüm beni öldürmeniz değil, … Beni asıl üzen, “askerlikten onca nefret ettikten, askerlerle onca çarpıştıktan sonra, sonunda senin de onlardan beter olman. Ve dünyada hiçbir ülkü bu denli alçalmaya değmez.” / sf: 182
Arka kapak :
"Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."

5 Eylül 2012 Çarşamba

BBM - Genel Duyurular: Bloglar Mahallesinin Twitter ve Facebook hesapları...

       Bloglar Mahallemizde herkes burada mı? :) Mahallemizin Sakinlerine yeni bir haberimiz var, Bloglar Mahallemiz sosyal medyadada yerini aldı,Facebook Sayfamız açıldı,Twitterdada varız artık!:)

Twitter Adresimiz
  




Facebook Adresimiz







Twitter Adresimiz


16 Ağustos 2012 Perşembe

Türkiye Bayrama Afiyetle Giriyor: GDO başvuruları geri çekildi! | Greenpeace Akdeniz

Türkiye Bayrama Afiyetle Giriyor: GDO başvuruları geri çekildi! | Greenpeace Akdeniz

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF), sivil toplum ve kamuoyunun görüşlerini dikkate alarak 29 adet gıda amaçlı GDO için ithalat başvurusunu geri çektiğini duyurdu.
TGDF, GDO konusunda kamuoyunun hassasiyetini göz önüne alarak, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na gönderdiği resmi bir dilekçe ile 29 GDO gen başvurusunu geri çekti.
Yapılan açıklamada “TGDF, GDO konusunda kamuoyunda uzun bir süredir yaşanan endişenin ve karmaşanın bir an önce sona ermesi için Biyogüvenlik Kurulu’nu göreve davet etmekte, kaçınılmaz bulaşmadan kaynaklanan sorunları çözecek adımların atılmasını talep etmekte ve söz konusu müracaatı geri çekmektedir” dendi.
Greenpeace olarak, bir süredir TGDF’nin gıda amaçlı GDO başvurusunu geri çekmesi için “yemezler” kampanyasını yürütüyorduk. Bu kampanyada, gıda sektörünün lider markalarına GDO’ların soframıza gelmemesi için aktif rol almaları çağrısında bulunduk.
Türkiye’nin tüm gıda ve içecek firmalarını barındıran federasyonun aldığı bu karar, tarihi bir adım. Halkın GDO hassasiyetini TGDF’ye ileten, başta Ülker ve Karaköy Güllüoğlu olmak üzere Sana, Eti, Algida, Saray, Nestle, Yayla ve Seyidoğlu gibi TGDF bünyesinde yer alan firmalara sağduyulu tavırlarından dolayı teşekkür ederiz.
Federasyonun açıklamasından, söz konusu başvuruların, ürünlerinde GDO kullanmak amaçlı değil, sadece istemsiz GDO bulaşıklığından kaynaklanan sıkıntılara bir çözüm bulma çabası olduğunu anlıyoruz.
Bu konuda en büyük başarı, GDO konusunda hassasiyetini aktif olarak dile getiren halkın. Bu başarı, vatandaşın karar mekanizmalarını nasıl etkileyebileceğinin en güzel örneği.
TGDF’nin takdirle karşıladığımız bu kararı çok anlamlı bir adım. GDO’suz Türkiye yaratmak için şimdi sıra, GDO’lara karşı olduğunu açıklayan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehdi Eker’de.

Destek Ver!

Greenpeace'in kampanyalarının tek kaynağı, bireylerin verdiği maddi destekler. Greenpeace, hiç bir şirket ve devletten maddi destek ve sponsorluk kabul etmez. Bu sayede, çevre suçlarına karşı bağımsız ve tarafsız kampanyalar yürütebilir.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Hayat Bir Dejavu: eşyaların hikayesi

Doğaya duyarlı bir güzel blogtan (http://hayatbirdejavu.blogspot.com/)
çok etkileyici videolar içeren bir postu sizlerle paylaşmak istiyorum...beğenirseniz siz de paylaşabilirsiniz.
doğayı ve insanı sömüren acımasız sistemin çirkin yüzünü çok güzel ortaya koyuyor...
umarım bir gün insanlar bu vahşi acımasız sistemi beslemekten vazgeçerler ve daha sade daha doğal bir yaşam kurarlar.. 

(http://hayatbirdejavu.blogspot.com/2012/08/esyalarn-hikayesi.html)


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Zaman Çarkı – Ken Grimwood

 


Nihayet bitirdim. :) Kitap resmen elimde süründü. Kitabı düzenli okumayınca konudan uzaklaşıyorsun, kopuyorsun ve fazla zevk almıyorsun.

Bu kitap ta yazarın diğer kitabı (Sil Baştan) gibi ölüm ve yaşam üzerine düşündürüyor insanı.

"Sil Baştan" kitabı çok etkilemişti beni. Sarsmıştı. Epey bir süre etkisinde kalmıştım. Ama bu kitap o kadar etkilemedi, sarmadı.
1700 lü yıllarda doğan ve hiç yaşlanmayan, ölmeyen, hep genç ve güzel kalan Christine (Elise) adlı bir kadının yaşam öyküsü.
Kadının 1700 lü yıllardaki yaşamını izlerken, hop 1980 li yıllardaki yaşamına geçiyorsun. Aynı insanın bir 1700 lü yıllardaki yaşamını, bir 1980 li yıllardaki yaşamını izliyorsun. Zaman tüneline binmiş gibi hissediyorsun. Bazen ilginç geldi, bazen da sıkıcı..
Kadının hayatına giren insanlar, kocaları, sevgilileri, arkadaşları doğal olarak yaşlanıyorlar ve ölüyorlar. Elise ise hiç yaşlanmıyor ve hep genç kalıyor.
Böyle bir durumda, tanrısal bir güce sahip olduğu için Elise’ in için için sevineceğini mutlu olacağını sanıyorsunuz. Ama aksine, ne oluyor böyle? Ben niçin yaşlanmıyorum? Bütün sevdiklerim gözümün önünde tek tek ölüyor ve ben seyrediyorum. Ben bir lanete mi uğradım? diye düşünüyor ve acı çekiyor. Büyük bir servete zenginliğe sahip olduğu halde pek te mutlu olmayan bir yaşam sürdürüyor.
İlk önce insana çok cezp edici muhteşem bir şey gibi geliyor uzun yaşamak, 300 yıl yaşamak. Ne kadar harika bir şey olurdu diye düşünüyorsunuz. Değil 300 yıl 3 yıl daha fazla yaşamak için insanlar bütün servetlerini verirlerdi. Ama kadının bu durum karşısında yaşadıklarını duygularını hissedince gerçekten o kadar da muhteşem bir şey olmadığını o kadar da matah bir şey olmadığını fark ediyorsun, hissediyorsun.
Önemli olan, değerli olan şey daha uzun yaşamak değil. Elinizde sınırlı bir yaşam süresi var. Bu sınırlı yaşamını, yaşadığın her anın değerini bilerek hissederek yaşamaktır önemli olan.

..........................................................................................

Altı çizilenler :

Cambridge, Massachusetts – 1980

Leonard hepsinin toplumdaki eşitsizliklerle, yanlışlıkların kendilerine anımsatılmasını istemediklerini biliyordu. Oysa lise yıllarında, altmışlı yılların sonuyla yetmişlerin başlarında durum ne kadar da farklıydı! O zamanlar herkes Leonard’ın kaygılarını paylaşır, her biri onun gibi kendilerini insani prensiplere gerektiğinde canları pahasına adamaya gönüllü olurdu. Günümüzdeyse dışarıdaki göstericiler gibi düşünenler her geçen gün küçülen bir azınlığın mensupları haline dönüşmüşlerdi. Artık herkesin derdi bambaşkaydı. Daha iyi bir iş nasıl bulabilirim, nasıl terfi edebilirim, nasıl daha fazla para kazanabilirim, nasıl daha uzun yaşayabilirim?

Versailles – 1695
Madam de La Maisonfort yaşam sevinci ve heyecanıyla dolu, yepyeni fikirleri olan biriydi… Tanrı ve kiliseyle ilgili de gizemli ve değişik görüşleri vardı. Christine’e çocukken öğretilenlerden çok farklı görüşler.

Christine, Madam de La Maisonfort’un anlattığı önsezi ve sonsuzlukla bütünleşme kavramlarına benzer etkileyici düşünceler hakkında kimseyle konuşmaması gerektiğini biliyordu. En önemli olan şey aşktır demişti öğretmeni bir keresinde. Tanrı aşkı, yaşayanlara duyulan aşk, güzel olan her şeye duyulan aşk. Aşırı dindarlıkla kilisenin törenleriyse boş işlerdi.

Bunlar çok tehlikeli düşüncelerdi. Chartres Piskoposu da böyle şeylerin konuşulmasını yasaklamıştı. Eğer Madam de Maintenon böylesi devrimci görüşlerin hala savunulduğunu öğrenirse, her ne kadar yalnızca Christine gibi özel öğrencilerle konuşuluyor olsa da bir hayli öfkelenirdi.

Neden herkes dini fikirlerdeki küçücük bir farklılığı bu derece abartıyor ki? Daha da ötesi Madam de La Maisonfort’un öğrettiği şeylerin nesi yanlış? Sadece sevginin en önemli şey olduğunu söylüyor hepsi bu.

St. Petersburg, Rusya -1722
Christine’ in Moskova’yla ilgili ilk anılarından biri, gördüğü halka açık bir idamdı. Suçlu bulunan kadın boynuna kadar buz gibi toprağa gömülmüş, zina suçu işlediği aşığı da hemen üstünde asılmıştı. Kadın donarak can verinceye dek her nasılsa tam beş gün beş gece hayatta kalmıştı.

Plaisance, San Domingo, Fransız Bölgesi- 1734
- Ama onlar senin değil mi? Sana ait değiller mi?
- Tarlamda çalışırlar. Ben de onlara bana bu ayrıcalığı bahşetmelerinin karşılığını öderim. Çoğunluk onlara sahip olduğumu söylese de ben bu terimi kullanmayı tercih etmiyorum.
Ama yanlış bir şey söylememişti ki! Siyahlar köleydiler. Yasal olarak mal sayılırlardı. Kimse bunu inkar edemezdi.


Plaisance, San Domingo, Fransız Bölgesi- 1779
On yıl boyunca François Revel’le aşk yaşamışlardı. Onca yılı dans edip, yüzerek, birbirlerinin tutkulu kolları arasında adada dolaşarak geçirmişlerdi. Balolarla, maceralı yolculuklarla, tepelerde keşfettikleri gizli şelalelerin etrafında geçen bir hayat. Ve her sabah uyandığında boş yere ilk yaşlanma belirtileri görme umuduyla dualar ederek ayna karşısına geçerdi. Teni o artık nefret etmeye başladığı tazeliğini, bedeni o genç kız esnekliğini hiç yitirmiyor, oysa bu sırada François hızla orta yaşlı bir adama dönüşüyordu.

New Orleans - 1815
Rebecca şu an vatanseverlikle filan ilgilenecek halde değildi. Bu gece başını sokacak bir yeri bile yoktu. Parası da en fazla birkaç gün içinde suyunu çekerdi. Tüm bunlara rağmen nezaketle yanıt verdi. “Evet efendim. İngilizleri bir kez daha yendiğimiz için gurur duyuyorum.”

Madam Corinne elini boş ver bunları der gibi salladı. “Kazanmak, kaybetmek… Sonuca bakarsan savaşların hiçbir anlamı yoktur. Bir süre sonra bütün zaferler parlaklığını yitirir. Önemli olan değerlerdir. Bu kıtanın, bu çağın değerleri.”

Boston -1973
……Tarih her şeyi sıraya sokar. En güçlü ülkeler ve çağlar bundan nasibini alır. Krallar ve dahiler arkadaşın gibi olur. Savaşları izleyince sadece birkaç sıra dışı insanın varlığının önemli olduğunu geri kalan binlerin ise olsalar ne olur olmasalar ne olur sınıfına girdiğini fark etmeye başlıyorsun.

Elise : -“Sen ölümsüzlüğün ya da ona yakın deneyimin neler hissettirdiğini öğrenmek istemiştin. Bu bir geminin köprüsünde oturup değer verdiğin herkesin okyanusun dalgaları arasında kayboluşunu izlemek gibi bir şey. Gemi harika bir adaya doğru seyrediyor ve sen de durduğun yerden bu adayı görebiliyorsun. Her dakika sahile biraz daha, biraz daha yaklaşıyor ama bir türlü ulaşamıyorsun. Ve her seferinde sulara bakıp neredeyse geldik diye bağırdığın her anda sevdiğin birinin dalgalar arasında yitip gittiğini görüyorsun. Söylesene Patrick, coşku böylesine bir yaşamın neresinde olabilir? Nihai yalnızlık denilen şeyi hayal edebiliyor musun?

Patrick : - “Günü yaşayacağız. Daha fazlasını umut etmeden birlikte olduğumuz her anın tadını çıkartacağız. Bundan sonra bu uğurda uğraşmak, ihtiyarlık uzmanlarına koşmak, yaşlanmamı geciktirmek ya da süreci tersine dönüştürmek için çabalamak yok.”

“Zamanımı ölümsüzlük idealleri peşinde koşarak değil seni severek geçirmek istiyorum. Artık vazgeçmek, sonunda öleceğim fikrini kabul etmek istiyorum. Bunu yapmazsam hayatı kabul etmemiş olacağım. Ve biz de çok şey kaybetmiş olacağız. Hem de çok şey.”

Elise uzanıp saçlarını okşarken o da başını göğsüne koyup sımsıkı sarıldı. Rahatlamanın, kabullenişin getirdiği huzur her ikisini de etkisi altına almıştı. Ölüm artık kabullendikleri bir şeydi ama varlığını kabul edince onu yaşamlarının uzak köşesine itmeyi başarmışlardı.

......................................................
Arka Kapaktan :

Ya sizi bekleyen bir son olmasaydı...

Hayatındaki insanlar birer birer siliniyor. Kocaları, sevgilileri, ailesi ve arkadaşları yaşayıp ölüyor ama o hep aynı kalıyor. Sevdiklerini kaybederken hep çaresiz. İnsanlar onun neden sürekli genç göründüğünü merak ettiğinde ise yer değiştirmek zorunda. Tüm olasılıklar karşısında üç yüz yıl yaşamış biri olarak yanlış bir şey söylediği an, zaman çarkı tepetaklak olabilir.

Elise tıbbi bir mucize sonucu ebediyen genç kalacaktır. Hayatı üç yüz yıl önce başlamıştı. Versailles Sarayı'nda, 14. Louis'nin hükmettiği bir devirde. İlk kez her şeyi göze alıp sonsuz gençliğinin sırrını, sevdiği adamla paylaşmaya karar verdiğinde bu isteğinin neden olacağı tehlikeleri (hem kendisi hem de tüm dünya için) hayal bile edemez. Bilim bu duruma yanıt verecek bir seviyeye ulaştığında ancak birileri onun çaresizliğini görebilecek.

Sonsuza dek yaşamak ve hiç yaşlanmamak... Bir tek kırışıklık ve kırlaşmış saç için her şeyini vermeye hazırdır Elise. Yalnızca sıradışı bir kahramanın hikayesi değil aynı zamanda insanlığın en tutkulu arayışının büyüleyici bir keşfi.


20 Temmuz 2012 Cuma

Hayat Gezince Güzel Fatih Türkmenoğlu- CNNTürk

Geçen gün Tv de Fatih Türkmenoğlu' nun sunduğu "hayat gezince güzel" programını izliyorum.. çok tatlı bir program.. çok sevimli sempatik bir insan fatih türkmenoğlu.. tam arkadaş olmak isteyeceğim türden bir insan..
bir kadınla konuşuyor.. sevgilisi ile birlikte güzel sakin bir yunan adasında cafe işleten bir kadın..
kadın nasıl mutlu, dingin, keyifli görünüyor...
içim gitti valla.. çok imrendim... Bende böyle bir hayat istiyorum ya..
Bir yunanlı ile tanıştıktan sonra sevgili olmuşlar.. ve istanbuldaki bütün işini gücünü bırakıp adaya yerleşmiş. Birlikte cafe açmışlar.. 
aklımda kaldığı kadarıyla :

-"işler nasıl" diye soruyor türkmenoğlu.. yanıta bakarmısınız..
-"İş çok fazla ama stres yok burda.."
budur ya işte olay.. "iş çok fazla ama stres yok.." benim için en çarpıcı söz.. 
-"İstanbulu özlüyomusun?"
-"Hayır özlemiyorum".... çok harbi cevap veriyor.. :)
-"Özlersen istanbul yakın. gidebilirsin.. "
hiç gitmeye niyetim yok der gibi gülüyor..

sevgili evren ben de bir yunan sevgili istiyorum. :) ama güzel olsun .. zeta jones yada yahşi cazi türü bişey olursa iyi olur. ama olmazsa sahil güvenlik kızlarına da benzese olur..:) bir de kafa yapımız benzer olsun.. 
sakin bir yunan adasına yerleşelim. bir kafe işletelim.... gelen konuklarımıza yemekler içecekler ikram edelim.. onlara şarkılar söyleyelim.. insanları mutlu edelim.
Sadece karnımızı doyuracak kadar kazansak yeter.. fazlasına gerek yok..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

KİM DAHA TEHLİKELİ? KÖPEKBALIKLARI MI? İNSANLAR MI?

Hafta sonu gazete ekinde okuduğum bir yazı ilgimi çekti. 
“Denizin dişleri geri döndü” başlıklı bir yazı..
Köpekbalığı saldırılarında artış olduğundan sözediliyor. Bunun ardından verilen rakamlar gerçekten çok ilginç..
Bu yazıdan alıntı :
“Köpekbalıkları, sörf tahtası üzerinde yüzen insanları favori yemekleri foklarla karıştırıyor. Çoğu zaman bir ısırık aldıktan sonra yaptığı yanlışı anlayıp bırakıyor. Aslında köpekbalığı saldırısına uğrama olasılığı ölçülemeyecek kadar küçük.
Ancak belirtmeliyim ki köpekbalıkları denizin en yırtıcı hayvanı olsa da insanlardan daha tehlikeli değil. Köpekbalıkları yılda ortalama 12 can alırken, tüm dünyada her yıl insanlar tarafından avlanan köpekbalığı sayısı 30-70 milyon.”

Rakam biraz abartı gibi geldi bana.  Googledan bir bakayım dedim. sadece 2008 yılında insanlar tarafından öldürülen köpekbalığı sayısı 40 milyonmuş..(40 000 000)
12 insana karşılık 40 milyon köpekbalığı....
Kanada hükümeti tarafından sadece bu yıl avlanmasına izin verilen fok balıklarının sayısı 400 bin (400 000.) sadece 3 yılda en az 1 milyon fok öldürülüyor insanlar tarafından.
ki kürkleri için avlananların çoğu yavru fok balıkları..
bir de insanlar tarafından savaşlarda, soykırımlarda, günlük yaşamda öldürülen insanlar var. bunların sayısı net olarak belli değil. her savaş için her soykırım için ayrı ayrı rakamlar var.. burdada korkunç rakamlar var.. bazen binlerce, bazan yüzbinlerce, bazanda milyonlarca insan..
ben şunu anladım ki, insanlardan başka hiçbirşeyden korkmamak gerekir.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Buyur burdan tanı- takıntılar mimi

Mahallemizin Blog Starı sevgili biricit  http://biricitinyeri.blogspot.com/
sağolsun yine mimlemiş. hatırlananlardan olmak güzel.. düşünüyorum da takıntılarım pek yok diye biliyorum.. :)) yada öyle sanıyorum..
"sallamışım dünyayı" modunu pek başaramasamda ama "kim takar takıntıları" modunda yaşarım genelde..diğer mimleri yapan arkadaşların takıntılarına baktım. ortak bişeyler bulabilirmiyim diye.. pekçoğunda yoktu.
ama sevgili nini nin http://nileud.blogspot.com/ miminde ortak şeyler buldum. bilmiyorum bunlar da takıntı sayılır mı acaba? ordan kopya çekeyim biraz...
işte benim takıntılarım.... 
*Koku : kötü kokan insanlara ortamlara dayanamam. çok kötü olurum. geçmişte kalan bazı insanları kokuları ile hatırlıyorum.
*Gülümsemek : bir insanı sadece içten samimi gülümsemesi yüzünden çok sevebilirim.
*dokunma sarılma : sevdiğim yada kanımın ısındığı kişilere dokunmak sarılmak isterim.
*sevdiğim, ruhuma dokunan bir müziği saatlerce bıkmadan dinlerim. bir kaç gündür yazgüneşinin
http://aklimageldigince.blogspot.com/2012/06/aramza-cizildi-bu-mavi-duvar.html
blgundan bu şarkıyı dinliyorum saatlerce. dönüp dönüp tekrar dinliyorum. deli gibi oldum.:)
*moralim bozulduğunda canım sıkıldığında bana da su iyi gelir. duşun altına girip öylece uzun uzun suyun altında hareketsiz dururum.
*haksızlık eden yada canımı acıtan insanlara karşı deve kini içime yerleşir kalır.. :)
*can sıkıntısı... yaşadığım ev, şehir. çalıştığım işyeri.. v.s  4-5 yıl  sonra sıkılmaya başlarım.. hepsini değiştirmek isterim. yapamayınca can sıkıntısı başlar.. :)


yapmak isterlerse işte mimlediklerim :
http://icimdengeldigigibii.blogspot.com/
http://birtutamkekik.blogspot.com/
http://dimplerock.blogspot.com/
http://guzunkiziyim.blogspot.com/
http://photodiaryofblue.blogspot.com/


okuyan tüm blogcanlara sevgiler... 

18 Haziran 2012 Pazartesi

Mim - Ooh la la...

Sevgili Blog Star'ımız  biricit http://biricitinyeri.blogspot.com/  bir ödev daha vermiş. Mimlemiş beni. Bu mimleme sözcüğü hala komik geliyor bana. J
Ödevi en geç yapan benim herhalde. Geniş bir vakitte yaparım diye kaldırıyorum. kaldıkça kalıyor böyle.. iyi kalpli bir öğretmendir biricit. Sınıfta bırakmaz herhalde.. öğrencilik yaşamımda en zorlandığım derslerden biriydi resim..
Mutluluğun resmini çizemeyeceğimden fotolarla idare edicez.
Süper selmadan http://supercellma.blogspot.com/ bazı beğendiğim resimleri çaldım.

işte beni mutlu eden şeyler..

                      Özgürlük

                     Aşk


Çocuklarımın mutlu keyifli özgür olmaları

 

                    Doğa gezileri

 

                          Tekne  
dayatılanın http://dayatmalardakaybolus.blogspot.com
kaptanlığında tekne ile dünya turu 

 

                      Motosiklet

 

              Dostlarla fasıl ve eğlence


        Müzik ve Dans


                    Kitap
 
          Mışıl mışıl uyumak
 
             
             Sarılmak... Sıkı Sıkı...
         Barselonada messiyi izlemek
 
        Evde yayıla yayıla film izlemek

   Beşiktaşın şampiyonluğu

yapmak isterseniz sizleri mimledim bende... işte mimlediklerim :  





http://neslicetarifler.blogspot.com/
http://nehirida.blogspot.com/
http://beyazkitaplik.blogspot.com/