20 Aralık 2019 Cuma

Tespih Taneleri – Mıgırdiç Margosyan


* Sıcak yaz akşamları damda kurulu ‘tağht’ a uzanıp gökyüzündeki yıldızları seyrederek uykuya dalmalar..
* Odun sobasının ısttığı odada bütün aile yer yataklarında uyumalar..
* Sokaklarda ‘beradayi beradeyi’ gezmeler..
* Gaz lambası altında ders çalışmalar.
* Çatallastig ile dut kuşi peşinde koşturmalar.. “

Benim de çocukluğuma dair hatıraları uyandırdı. Çok etkilendim. Çok hüzünlendim.

Hemşerimiz Margosyan, Yaşadığım şehir, binlerce yıllık kadim şehir Diyarbakır’ın geçmişini, 40 -50 yıl önceki  hallerini o kadar güzel anlatıyor ki..

(Tanıtım Bülteninden) ;
“Doğduğu yer Diyarbakır'ı, oradaki Ermenileri, Kürtleri, Türkleri, Süryanileri, Keldanileri, Yahudileri, bugün artık tarih olmuş bir kent yaşantısının en içten hikayelerini anlatan Mıgırdiç Margosyan, Tespih Taneleri'nde Diyarbakır'dan okumaya geldiği İstanbul'a hayali bir köprü kuruyor. "Kafle" yollarında her birinin ailesi "berdan berdan" olmuş, tespih taneleri gibi dağılmış anne ve babasının, oğullarının "adam olması"nı, "anadili"ni daha iyi öğrenmesini sağlamak için İstanbul'daki Ermeni ruhban okuluna gönderdiği küçük Mıgırdiç, kah bu yeni çevresinde karşılaştığı gariplikleri, kah hasretiyle yandığı Diyarbakır'ı, bir türlü kavuşamadığı ilk aşkını, kimi siyasal-toplumsal olayların örgüsü içinde, büyük bir ayrıntı ve renk cümbüşüyle birlikte hikaye ediyor. Çocukluktan ilk gençliğe geçtiği o delikanlı çağında, ailesini, kardeşlerini, Diyarbakır "küçe"lerinde oynadığı arkadaşlarını ardında bırakan mahzun Mıgırdiç, İstanbul'da kendilerini "Koşun, Kürtler gelmiş!" çığlığıyla karşılayan akranlarının arasına girdiğinde, geleceğe hem biraz kaygı, hem de biraz umutla bakıyor...”

Ruşen ÇAKIR, çok güzel anlatmış kitabı ;

“Tespih Taneleri”nde Mıgırdiç Margosyan, kendisinin de aralarında olduğu Diyarbakır ve köylerinden bir grup Ermeni çocuğun İstanbul’daki Karagözyan Ermeni Yetimhanesi’nde başlayan yeni hayatlarını anlatıyor. Yetimhanede karşısına çıkan her yeni kişi, olay, isim onda Diyarbakır’ı, Gavur Mahallesi’ni çağrıştırdığı için biz okurlar da Diyarbakır ile İstanbul arasında tam anlamıyla mekik dokuyoruz. Bu iç içe geçmiş öyküler çarpıcı, ilginç, yer yer eğlenceli ama sonuç olarak son derece hüzünlü. Çünkü kitabın adından da anlaşılacağı gibi, içinde yaşadığımız coğrafyanın en temel unsurlarının kopmuş bir tespihin taneleri gibi dört bir tarafa dağılıp yokolmalarının öyküsü anlatılan.

Margosyan’ın gösterdiği;

Ermenilerin, Anadolu’daki diğer tüm etnik topluluklarla aynı havayı soluduklarını, aynı dert ve sıkıntıları çektiklerini, aynı yoksulluk ve yoksunluğa mahkum olduklarını açık ve hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde gösteriyor. Margosyan’ın, Ermenilerin (ve onlarla birlikte diğer azınlıkların) maruz kaldıkları ve gündelik hayat içinde iyice sıradanlaşmış ayrımcılığı kışkırtıcı olmayan bir dille, ama asla bunları önemsizmiş gibi göstermeden aktarmasını bilhassa tebrik etmek lazım.

2 yorum:

  1. Bu tarz kitapları çok seviyorum ama çok üzüyor beni. Kadim kentlerde binlerce ya da yüzlerce yıllık hemşehriler birden göç etmek zorunda kalıyor. Ne zaman birlikte yaşamayı saygı duymayı öğreneceğiz ya da öğrenecek miyiz?

    YanıtlaSil

Güzel yorumlarınız için Teşekkürler. .