25 Aralık 2015 Cuma

Sabahattin Ali den “Kürk Mantolu Madonna” yı okudum


İyi ki okudum. Çok etkileyici harika bir romandı. Sabahattin Ali yi şimdiye kadar okumamış olduğuma hayıflandım. Üzüldüm. İlk basımı 1943 yılı olan bu kitabı, kızımın kitaplığından aldım. Edebiyat öğretmenleri ödev olarak vermiş. Böyle güzel kitaplar önerdiği için sağ olsun var olsun güzel öğretmenimiz..

Daha gencecik yaşında, 40 lı yaşlarının başında yaşamasına izin verilmeyerek katlediliyor Sabahattin Ali. Ne kadar yazık. Ne kadar üzücü. Bu ülkenin hoyratlığı,  ne kadar çok değeri/değerli insanları yok ediyor. Yok etmeye de devam ediyor.
Bir o kadar da çalışkan ve üretken bir yazar. Kısacık ömrüne bir sürü edebiyat eseri sığdırmış. Böylesine üretken, çalışkan bir yazar, el üstünde tutulması, baş tacı edilmesi gerekirken takiplerle göz altılarla taciz ediliyor, bunaltılıyor. Yurt dışına kaçmaya çalışırken katlediliyor.

Aptal toplumlar, sanat, edebiyat, düşünce, bilim üreten insanları, yazarları, düşünürleri, sanatçıları, gazetecileri yok ediyor, hayatlarını cehenneme çeviriyor.
Akıllı, uygar toplumlar ise bu insanları el üstünde tutuyor. Onlar biliyorlar ki, toplumların, daha uygar, daha mutlu olma yönünde ileri gitmesini sağlayan insanlar bu insanlardır.

Raif efendi
Maria Puder
Bir aşk hikayesi.  tutkulu bir aşk hikayesi yada derin bir aşk acısı, hayal kırıklığı.
Tutku dolu bir aşkı kaybedince, coşkusuz, keyifsiz ruhsuz bir yaşamı sürdürmek zorunda kalmak.
Aşk tesadüfleri sever filminden güzel bir söz;
“Bazen bir görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir. Bazen bir ömür ararsın bulunmaz”
Yanında zamanı unuttuğun,  içini coşku ile, tutku ile dolduran bir aşka rast gelmek..., üstüne kavuşabilmek, birlikte mutlu keyifli bir yaşam sürme şansına sahip olmak ne kadar da zor. Bu şansa sahip olanlar herhalde yeryüzünün en şanslı insanları olsa gerektir. :)

Böyle bir aşka kavuşamayınca yaşam ne kadar keyifsiz, tekdüze bir hal alıyor.
Kavuşamayacaksa aşkı ile hiç karşılaşmamak galiba daha iyi.  Günübirlik gelişine bir yaşam sürdürür hiç olmazsa.
Aşkı ile  karşılaştıktan sonra kavuşamamak çok daha kötü galiba. böyle bir acı ile kendini hayata kapatan, keyifsiz, tekdüze bir yaşam süren Raif gibi ne çok insan var acaba?
.....................................
Kitabın Künyesi ;


İlk basım : 1943
Yazarı : Sabahattin Ali
Ülke    : Türkiye
Özgün dili   :    Türkçe
Türü  :  Roman
Yayınevi  :   Remzi (ilk)
Anadilinde basım tarihi :     1943
Sayfa sayısı   :  177
...................................................................

Altı Çizilenler ;
 










27 Kasım 2015 Cuma

Yıldızlar - Can Dündar

Kitabın kapağında geçen ifadesiyle “2000 lerin popüler kültür ikonları”
Tarkan dan Yılmaz Erdoğan a, Yıldız Tilbe den Hülya Avşar a, Şebnem Ferah tan Cem Yılmaz a, İbrahim Tatlıses ten Tarık Akan a, Sibel Kekilli den Kadir İnanır a..  kimisini çok sevdiğimiz kimisini pek sevmediğimiz pek çok ünlünün yaşamlarından kesitler. Yaşamda çektikleri acılar, sıkıntılar, gösterdikleri azimler, başarılar, hırslar, zaafları ile insan hallerinden kesitler.
Belgesel program izliyormuş hissi veriyor. Hafif, sade, akıcı bir dil.
Can Dündar ın o tatlı anlatımı ile ünü şöhreti elde etmiş insanlardan insan hikayeleri.
.............................

Not: Bu aralar peş peşe gelen üzücü haberlere bir yenisi daha eklendi. Namuslu vicdanlı gazeteciliğin ender temsilcilerinden, demokrat özgürlükçü güzel insan sevgili Can Dündar ı yaptığı bir haberden dolayı cezaevine koydular. Umarım bir an önce özgürlüğüne kavuşur ve ona bunu reva görenler de bir gün bağımsız yargıya hesap verirler. 
...............................................




28 Ekim 2015 Çarşamba

O MUHTEŞEM HAYATINIZ – OYA BAYDAR


Yazılarını severek okuduğum sevgili Oya Baydar’ ın ilk defa bir kitabını okudum. çok etkileyici ve hüzünlü idi. Ömrünün sonlarına yaklaşmış yaşlı, ve de ünlü bir kadın opera sanatçısının yaşamı üzerinden yaşam sorgulamaları, aile içi ilişkiler, anne-kız ilişkisi, kadınlık, annelik, sanatçı bir insanın ruh dünyası, özel yaşamı, tuhaflıkları üzerine insanı düşündüren çok güzel bir roman. Oya hanımın yüreğine sağlık.
Bir yanda evlat sevgisi, aile, sorumluluklar öte yanda özgürlük, kendini gerçekleştirmek, yüreğinin istediği yere gitmek. Yaşam bazen böyle tercihlerle baş başa bırakabiliyor insanı. Bazen birinci yerine ikinciyi seçmek her zaman sorumsuzluk anlamına gelir mi? Hayallerini gerçekleştirmek, varoluşunu gerçekleştirmek v.s gibi nedenlerle ailesini, sevdiklerini terk etmek, uzaklaşmak her durumda kötü bir şey midir? gibi sorular üzerine düşünürken buluyorsunuz kendinizi.
Ayrıca cumhuriyetin büyük günahlarından birini de insan hikayeleri içinde aktarıyor bize. 1936-37 yıllarında Dersim de yaşanan acılar. Sevgili Zülfü Livaneli’nin Serenad ında harika bir söz vardı : “Hiçbir iktidar masum değildir. Her iktidar öldürür. Kimi daha az, kimi daha çok.”
O dönemde tam olarak neler yaşandığına dair çok farklı görüşler var. Siyasal bakış açısına göre değişen yaklaşımlar. Gerçekleri, olguları, olan olayları saklamak, çarpıtmak, yokmuş gibi davranmak çok kötü bir yalan. İnsanları kandırmış aldatmış oluyorsunuz. Olguları saptırmazsın ama kendi dünya görüşüne göre yorumlarsın. Burada en azından bir sahtekarlık, iki yüzlülük, yalan yok.
çoluk çocuk kadın sivil insanların acımasızca katliama uğradıkları gerçeği uzun yıllar saklansa da pek inkar edilemiyor artık.
Dini yobazlıklar cehennemi, ilkellik, diktatörlükler, krallıklar coğrafyası Ortadoğu nun en uygar, en modern, en laik ülkesini kurma başarısını gösteren cumhuriyetin ne yazık ki böyle de günahları var.

İnsan hakları, kadın hakları, demokrasi, hukuk, laiklik gibi değerlerin geçerli olmadığı bir coğrafyada bu değerlerin hakim olduğu/olacağı laik bir cumhuriyet kurmak elbette küçümsenmeyecek değerde bir başarıdır. Bu değerlerin hala hakim olmadığı Ortadoğu coğrafyasında savaşlar, katliamlar, cinayetler, insan hakları ihlalleri, kadınların köleleştirilmesi v.s gibi korkunç vahşilikler devam etmekte ne yazık ki. bizim cumhuriyetin faziletleri çok elbette ama işte pek çok günahları da var. Baskın Oran hocanın deyimiyle “Laik Hanefi Sünni Müslüman Türk” lahasümüt yurttaşlar cumhuriyetin makbul yurttaşları olarak görüldü. Bu şablonun dışında kalan Kürtler, aleviler, zazalar, Lazlar, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, ezidiler, sosyalistler, dindar Müslümanlar gibi yurttaşlara pek çok acılar çektirildi. Aşağılama, ayrımcılığa maruz bırakma, kimliklerini inkar etme, asimilasyon, imha etme, göçe zorlama, mallarına el koymak,  zindanlarda işkencelere maruz bırakmak gibi acımasız uygulamalar yapıldı. Kimisi nispeten azalsa da yapılmaya devam ediliyor. 

Altı Çizilenler ;

















23 Ekim 2015 Cuma

Uğurlar olsun büyük usta sevgili Çetin Altan!

Uğurlar olsun büyük usta sevgili Çetin Altan!
İyi ki tanıdım sizi. İyi ki okudum sizi. Yazılarınız eserleriniz, karanlık dar görüşlü dünyadan uzaklaşmamda yol gösterici oldu. İyi ki yaşadınız. İnsanları aydınlatan düşünceler, yazılar, eserler yarattınız ve insanlığa miras bıraktınız.
 Ne mutlu size..


……………………………….......................................


Altan, haziran ayında Cumhuriyet gazetesi için kaleme aldığı son yazısında “Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan” demişti.
ÇETİN Altan, 24 Haziran’da Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında “Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz” diyor ve şöyle devam ediyor: “Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken ‘torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz’ deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz. Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin. Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, ‘daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik’ diyebilirsiniz. Bu da az şey değildir. Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir tebessüm yaratır. O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi. Enseyi karartmayın.”

…………………....................................................

Çetin Altan’dan 10 hayat dersi
1- Başarı yalan söylemek zorunda kalmadan yaşayabilmektir.

2- İnsanlar değerli olmayı unuttular, önemli olmaya çalışıyorlar.

3- Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra, ya da hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise bir tek yerde kabul ediyorum. Yaşamak mümkünken yaşamamış olmakta.

4- Politika demek, kazığı atarken söylediğin nutukları, kazığı yiyenlere alkışlatmak demektir.

5- İyi yaşamak zamanı olanaklar çerçevesinde en unutulmaz bir tat içinde.

6- Mutluluk sevdiğinle zamanı unutmaktır.

7- Neyi merak ediyorsan, o önemlidir hayatta. Merak etmediğin şey görünmez sana.

8- Yazı dediğin, 100 sene sonra birileri baktığı zaman sana ‘dangalak’ demesinler diye özenle yazılmalıdır.

9- Uydurunuz. Uydurdukça dünya ile belki daha kolay anlaşırsınız. Nasıl olsan onun için de ‘yalan dünya’ diyorlar. Ama unutmayın ki, uydurma gereği duymayanlar için de ‘adam’ diyorlar.

10- İnsan gerçekleşmeyecek şeyi düşünemez. Kristof Kolomb mutlu olsa denizlere açılır mıydı?


23 Haziran 2015 Salı

Amelia ‘ nın Sırları - Kimberly Mccreight - Çeviren : Begüm Güzel

15 yaşlarında lisede okuyan bir genç kız, Amelia nın, annesi ile, arkadaşları ile olan ilişkileri üzerinden anlatılan hikayede, okuldaki çeteleşmeler, akran zorbalıkları, bir genç kızın cinselliğini keşfetmesi,  eşcinsellik, lise düzeyindeki gençler arasında yaşanan seks ilişkileri, esrar, hap gibi uyuşturucuların kullanımı, hem anne olmak, hem çalışan kadın olmak, hem de kadın olmak v.s.. üzerine insanı düşündüren günümüzden, yaşamın içinden etkileyici bir yaşam öyküsü.
Bazan genç kız Amelia nın gözüyle, bazan da anne Kate in gözüyle bakıyoruz hayata.

Olay zamanı : yaşadığımız zaman dilimi
Yer : NewYork un gelir düzeyi yüksek insanların yaşadığı Brooklyn bölgesi.

Genç kız Amelia nın günlüğüne yazdıklarını, annesi Kate ‘ in günlüğüne yazdıklarını,  Yazarı bilinmeyen ve  okuldaki dedikoduları anlatan Garez Postası adlı blogda yazılanları, internet üzerinden akıllı telefonlardan yapılan görüşmeler, mesajlaşmalar, chat, Email, Facebook, Twitter, Youtube,  urbandictionary.com dan alıntıları okuyoruz bol bol.
İlk defa okuduğum bir romanda bloglardan bu kadar söz edilmesi,  blog yayınlarından alıntılar yapılması ilginç geldi. :) ne de olsa bizler de blog yazarıyız artık :)

Lise düzeyindeki gençler arasında uyuşturucu haplar, esrar gerçekten bu kadar yaygın düzeyde mi acaba? ürküntü verici. Üzücü. Şaşırdım.
Romandaki iki karakter, birbirlerini hiç görmeden, uzun süre internet üzerinden sohbet ediyorlar, dertleşiyorlar, biribirlerini  teselli ediyorlar, gerçek hayatta kimseye söyleyemedikleri sırlarını paylaşıyorlar. Zaman zaman biz bloggerların yaptığı gibi. İnternetin insan yaşamına getirdiği ilginç yeniliklerden biri galiba bu durum.

Topluluklar, örgütlenmeler, çok iyi amaçlarla kurulabileceği gibi  çok kötü amaçlarla da kurulabiliyorlar.
Kimi topluluklar iyi insanların gücünü bir araya getirirken, diğer bazıları içine aldığı insanları canavarlaştırabiliyorlar. Dünyaya vahşet yayan acımasız savaşçılara dönüştürebiliyorlar.

Amelia : 15 yaşlarında lisede okuyan genç kız.
Kate : Amelia nın annesi, hukukçu
Seth : Hukukçu, Kate’ in arkadaşı
Jeremy : Avukatlık bürosunda Kate’ in patronu, gençlik yıllarından beri arkadaşı
Dedektif Molina : Amelia’nın ölümünü soruşturan polis
Sylvia Golde : Amelia lisede en yakın arkadaşı
Leelah : Amelia’nın bakıcısı
………………
Amelia : A young girl in 15 years, , studying in high school,
Kate : Amelia’ s mother, lawyer.
A story is told of Amelia ‘s relationships with his mother, with her friends and teachers.
An imressive story of life suggest about gangs and bullying at school,

to discover the sexuality of a young girl, homosexuality, sexual relations occurred between the young people in high school, and marijuana, the use of drugs such as pill , and to be a mother, and being female employees, being a woman
............................................. 

Kitabın Künyesi ;
Adı: Amelia'nın Sırları
Yazar: Kimberly McCreight
Baskı Tarihi: Mart 2015
Sayfa Sayısı: 456
Kitabın Türü: Roman, Edebiyat, Korku-Gerilim
Çeviri: Begüm Güzel
Dil:Türkçe
Yayınevi:Doğan Kitap

Altı Çizilenler : 


18 Mayıs 2015 Pazartesi

Muz sesleri – Ece Temelkuran

Bir Ortadoğu romanı..

Lübnan ın  Beyrut şehri. Oxford , Paris

Beyrut.. iç savaşın  yaşandığı yıllar 1979-1992..

Hıristiyanlar, ermeniler, şiiler, araplar, Müslümanlar, v.s pek çok farklı inanca, farklı etnisiteye sahip insanların bir arada veya yan yana yaşadığı ilginç bir şehir.

Beyrut tan insan hikayeleri.

Filipina..zengin bir hıristiyan aile olan Zeynab hanımın evinde çalışan yardımcı (yatılı)
Deniz.. Türkiyeli , kadın, Oxford ta akademik çalışmalar yapıyor.
Dr hamza…  Filipina nın babası. Beyrut Şatilla mülteci kampında doktor. Şatilla katliamında ölüyor.
Marwan… Beyrutta yaşıyor. Suriyeli. Filipina nın oturduğu binada kapıcı.
Nasır… taksi  şöförü

Ortadoğu.. İnsanların, ülkelerin, şehirlerin etnik adiyetlere, inançlara, mezheplere, örgütlere göre ayrıştığı, bölündüğü coğrafya.
İnsanlar doğdukları mahalleye, şehre, ülkeye göre Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Hindu , Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Alevi, Şii, Sünni  v.s olarak doğuyor. Ve genelde diğerlerine düşman olarak, nefret duyguları beslenerek  büyütülüyor. Çok az insan atalardan, ailelerden devralınan bu mirası sorgulama yoluna gidip bu düşmanlıktan nefretten kendini kurtarabiliyor. Kan davalı aşiretlerle dolu Ortadoğu.

Her topluluğun egemenlik kurma uğruna sürdürdüğü savaşlar, isyanlar.. ölümler, öldürmeler, şehadet, kin, nefret, düşmanlık, v.s…
Her topluluk, devleti, olmazsa şehri, o da olmazsa mahalleyi ele geçirip egemenlik kurma sevdasında. Bunun için savaşıyor, isyan ediyor, öldürüyor, ölüyorlar..

Devlete egemen olan topluluk, sadece kendinden olan topluluğa mutluluk sağlarken, diğer topluluklara hayatı zindan ediyor. Ve böylece hiç bitmeyen savaşlar, kargaşalar, kaoslar sür git devam etmekte.

Bu senin hikayen. Sen de Ortadoğulusun! Diyor sevgili Ece Temelkuran..

Yıllar önce Amerika da İngilizce konuşmaya çalıştığım bir Amerikalı, bana bakıp nereli olduğumu tahmin etmeye çalışırken, Ortadoğulu musun, Hispanik misin diye sormuştu. Ben de pattadanak ani bir refleksle hayır Ortadoğulu değilim diye cevap vermiştim. Amerika da yaşayan arkadaşım da yandan gülüyordu. Ne! Biz Ortadoğulu muyuz ki? Diye çıkışmıştım.
O da ; Ben Kırklareli liyim, sen Mardinli. farkında mısın demişti de acı gerçeğe ben de gülmüştüm.

O ana kadar Ortadoğulu olduğumuzu hiç düşünmemiştim.

Çok çalışkan bir araştırmacı, gazeteci yazar sevgili Ece hanım. Milliyetteki yazılarını severek okurdum. Türkiye de, Kürtlerin acılarını, kimlik sorunlarını da en iyi anlayan, anlatan çok az isimden biridir. Bu yüzden daha bir seviyorum sevgili Ece Temelkuran ı.

Altı Çizilenler ;









14 Mayıs 2015 Perşembe

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar “Biz Mektup Yazardık” Sergisi’nde!

İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki “Biz Mektup Yazardık” Sergisi geçmişi günümüze taşıyor.

Bursa’nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda  yatıyor



İşte mürekkep bu dizelerdeki gibi damlar Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden… Sanatçı, 64 yıllık hayatına sığdırdığı sanat tutkusunu, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğiyle yakın dostu Nâzım Hikmet’e yazdığı bu dizelerdeki gibi aktarır kâğıda ve tuvallere… Onun şiirlerindeki ve tablolarındaki narlar, dutlar, ayvalar kimi zaman sevdiği kadına duyduğu özlemi kimi zamansa amansız bir kara sevdayı anlatır. Babasından Batı Edebiyatı’nı, annesinden Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı öğrenen sanatçı Anadolu’nun toprak damlı evlerinden, İstanbul’un martılarından, köpüren denizinden, Âşık Veysel’in sazından dem vurur…

Bedri Rahmi Eyüboğlu iç dünyasını tuvallere ve şiirlere aktarırken sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının önemli isimleriyle gerçekleştirdiği, yaşadığı döneme ışık tutacak mektuplaşmaları da tarih yolculuğundaki yerlerini alıyor.  Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te süren eğitim hayatından, resim tutkusunun peşinden gittiği Anadolu’daki yurt gezilerine kadar sanatçının yaşamından birçok kesiti yansıtan mektuplar, “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile İş Sanat Kibele Galerisi’nde ilk kez gün yüzüne çıkıyor.

Sergi, hem sanatçının kaleme aldığı hem de kendisine gelen yüzlerce mektubun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından uzun soluklu ve titiz bir çalışma ile kitaplaştırılmasına paralel olarak hayata geçiriliyor. Sanatçının gelini Hughette Eyüboğlu’nun hazırladığı, editörlüğünü Rûken Kızıler’in üstlendiği kitabın ve serginin tasarımı Emre Senan tarafından gerçekleştirildi.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Avrupa’da öğrenci olduğu günlerden Akademi’de öğretmen olduğu günlere pek çok anıyı barındıran mektuplar, orijinal olarak sahiplerinin kendi ifadeleriyle ve kendi imzalarıyla ziyaretçilere ulaşıyor. Sadece ressam ve şair olarak değil mozaik, seramik, vitray ve yazma sanatçısı, heykeltıraş, öğretmen ve yazar kimlikleriyle de sanatımıza kalıcı eserler bırakan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun pek çok isimle sürdürdüğü yazışmaları aynı zamanda sanatçılar arasındaki kuvvetli bağı da gözler önüne seriyor. Her biri tarihi belge niteliğindeki mektuplar; sanatçıların o dönemde yaşadığı ekonomik sıkıntılara dair fikir verirken, yaşanan zorlu koşullara rağmen gerçekleştirdikleri idealleri ile tarihe not düşürebilmeyi başarmış bu insanların umutlarını yitirmediklerini de en iyi şekilde ortaya koyuyor.

Sanatçının Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Muallâ, Âşık Veysel, Adalet Cimcoz, Orhan Veli Kanık, Necip Fazıl Kısakürek, İbrahim Çallı, Andre Lhoté, Fahrünisa Zeid, Abidin Dino, Reşat Nuri Güntekin, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Arif Kaptan ile mektuplaşmalarının her biri ziyaretçilerde ayrı bir tat bırakmayı vaat ediyor. İş dünyasının önde gelen isimleri Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı’nın mektupları da Eyüboğlu arşivinin önemli parçaları arasında yer alıyor.

Serginin bölümlerinden biri de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşamını şekillendiren iki kadın, eşi ressam Eren Eyüboğlu ve büyük aşk yaşadığı, “Karadutum” dediği Mari Gerekmezyan ile mektuplaşmalarından oluşuyor. Eren Eyüboğlu, büyük aşk yaşadığı Karadut’u sonsuzluğa uğurladıktan sonra eşinin elini bırakmayarak o zor günleri atlatmasına ve resme odaklanmasına yardımcı olacak kadar güçlü iken, diğer taraftan Mari Gerekmezyan ise ölümünün ardından bile gözlerini yaşartacak kadar sevdalı olduğu bir isim.

64 yıllık yaşamına çok şey sığdıran Bedri Rahmi… 
İş Sanat Kibele Galerisi’nde çağdaşlarıyla yazışmalarının ilk kez gün yüzüne çıktığı “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile anılan sanatçının hayat hikâyesi Trabzon’da başlar. Takvimler 1911 yılını gösterdiğinde Görele Kaymakamı Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım’ın ikinci çocuğu olarak hayata merhaba der. Asıl adı olan Ali Bedrettin, zaman içinde önce Bedir’e sonra Bedri’ye dönüşür.  Babasının görevi dolayısıyla yerleştikleri Trabzon’daki lise resim öğretmeni ünlü ressam Zeki Kocamemi tarafından keşfedilir. Sanatçı yine bu dönemde edebiyata da merak salar ve ilk şiirlerini yazmaya başlar.


1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı gibi Türk resminin mihenk taşlarının öğrencisi olma şansına erişir. Edebiyata olan ilgisinin üzerine düşer ve Ahmet Haşim’den estetik ve mitoloji dersleri alır. 1930’larda hayat onu bu kez Fransa’ya götürür. Dijon ve Lyon’da bir yandan çalışarak Fransızcasını geliştirmeye çalışırken, bir yandan da Gauguin, El Greco, Cezanne gibi beğendiği ressamların eserlerini kopya eder. Sanatçı, ileride hayatını birleştireceği Ernestine Letoni (Eren Eyüboğlu) ile de Fransa’da tanışır. 1940’lı yıllara gelindiğinde kalbine “kara saplı bir bıçak” gibi saplanan Mari Gerekmezyan girer. Asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen Mari Gerekmezyan, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapar, sanatçı bu büste duyduğu minneti Mari’nin çeşit çeşit portrelerini yaparak ve ona şiirler yazarak yanıtlar. Artık bütün İstanbul ve elbette Eren Eyüboğlu bu tutkulu aşktan haberdardır. Bedri Rahmi Eyüboğlu 1975 yılındaki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı aşkla, resimle, edebiyatla, dostlarıyla, dönemin önde gelen kültür ve düşünce insanlarıyla bir arada geçirir.

Meraklıları için 5 Mayıs - 20 Haziran arasında İş Sanat Kibele Galerisi’nde ziyaret edilebilecek “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi, sanat ve kültür tarihimizde eşine az rastlanır bir iz bırakmayı vaat ediyor. Sergide orijinal el yazılı mektuplar ve sanatçının çizimleriyle süslediği desenli zarfların yanı sıra mektuplaşılan isimlerin Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından yapılmış portreleri de yer alıyor. Serginin ziyaretçilerini güzel bir sürpriz de bekliyor. İsteyen katılımcılara, sanatçının desenleriyle hazırlanmış mektup ve zarflarla sevdiklerine yazma imkânı sunuluyor. Şimdi özlemle andığımız eski günlerdeki gibi mektup yazma zamanı!

Bir boomads advertorial içeriğidir.

28 Nisan 2015 Salı

Buz Prenses - Camilla Lackberg - Çeviren: Elif Günay


Kitap Künyesi ;
Adı:Buz Prenses 
Yazarı:Camilla Lackberg
Yayınevi:Doğan Kitap
Çeviren : Elif Günay
Sayfa:399

Çok güzeldi. Yazarın yüreğine sağlık. Genç bir kadın yazar. Bu ilk romanı imiş. Oldukça başarılı. Ben çok beğendim. Etkilendim.  Kolay ve hızlı okunan, sade ve akıcı bir dille yazılmış.

Olaylar İskandinav ülkelerinden İsveç in küçük bir kasabası Fjallbacka ve çevresinde gelişiyor. 
Gerçek yaşamın içinden alınmış gibi insan hikayeleri.
Bir yandan heyecan dolu bir gerilim okurken öte yandan düşüncelere dalıyorsunuz. İnsanın içinde taşıdığı iyilik ve kötülük duyguları, evlilik, ayrılık, aile içi şiddet, taciz ve tecavüzler, toplumsal geleneklerin oluşturduğu kurallar, çoğunluğun ahlakı, elalem ne der, v.s  üzerine insanı düşündürüyor.

Hikayeyi daha çok Erica nın ağzından dinliyoruz.

Roman Kişileri ;
Ana karakter Erica Falc : 35 yaşlarında bekar, kadın, biyografi yazarı
Dedektif Patrik
Anna ile eşi Lucas
Karl-Erik Carlgren ile Birgit. Kızları; Alexandra Wijkner , Julia

Henrik Wijkner : Alex in kocası
Anders Nilsson annesi Vera
Nelly Lorentz oğulları; Nils ve Jan

Dan : Erica nın gençlik yılları sevgilisi
Eilert Berg ve eşi Svea

İlişkiler çoğunlukla çok sorunlu, mutsuzluk verici olabiliyor. İnsan ilişkilerinin büyük çoğunluğu sanki böyle gibi. Sadece çiftler arasında değil, kardeşler arası, ebeveyn-evlat ilişkilerinde de benzer sorunlar çok fazla yaşanıyor. Egemenlik kurma isteği, diğerinin özgürlüğüne saygı duymama, bencillik, diğerini köleleştirme isteği gibi insanın karanlık tarafına ait duygular baskın geliyor. Bunun doğal bir sonucu olarak tacizler, tecavüzler, aile içi şiddet, mutsuz ilişkiler gelişiyor.

İlişkilerde bazan biri diğerini köle haline getirebiliyor. Sadece kendi istekleri önemlidir. Ve bunlar gerçekleştirilir. Diğerinin isteklerinin hiçbir önemi yoktur.
Bazan da biri diğerinin kölesi olmaya razı oluyor çeşitli nedenlerle.
Sevgiye dayalı eşit, özgür bir ilişki yaratabilmek çok zor. Bunu başaran yeryüzünde herhalde çok az insan vardır. Toplumların yarattığı ve kul olduğu zihniyet iklimi bunun önünde en büyük engel. geçmişten gelen toplumsal gelenekler ve ahlak anlayışı, dinsel inançların en katı yorumlarının güçlü olduğu  yerlerde eşit özgür ilişkiler kurulması çok zor.

Bizim gibi doğu toplumlarında aşktan önce, sevgiden önce evlilik yüceltilir, kutsallaştırılır. Aşk sevgi var mı yok mu önemli değildir. Yeter ki evlilik aile olsun. Aslolan, asıl değer verilmesi gereken şeyin aşk - sevgi olması gerekirken.
Anna – Lucas ’ın ki gibi bir evlilik yapmaktansa bekar bir insan olarak hayatı yaşamak elbette çok daha iyi. Daha sağlıklı.
Aşk-sevgi, bireyin özgürlüğü, bireyin mutluluğu çok önemli değildir. Muhafazakar değerlerin hakim olduğu toplumlarda önemli olan sadece aile, evlilik kurumu.
-    Ben mutsuzum
-    Aman yuvanı dağıtma. Arada çocuklar var. Onlara yazık olur. = (aile çok kutsaldır. Bu kutsal şeyi yıkamazsın.)
-     Aramızda sevgi saygı aşk kalmadı. Bu yüzden ben ayrılmak/boşanmak istiyorum.
-    Ayrılamazsınız. Bu yuvayı dağıtamazsınız. Buna hakkınız yok. Kendi keyfiniz için çocukların hayatını dağıtamazsınız. Bencillik yapamazsınız. Çocuklar için katlanmalısınız. Zaten kaç tane evlilikte aşk-sevgi tutku var ki. = ( sizin özgürlüğünüz, mutluluğunuz  önemli değildir. Aranızda aşk sevgi olup olmaması önemli değildir. önemli olan ailenin yıkılmaması. Hem elalame de rezil oluruz. Milletin ağzına düşeriz.)
 ……………………………………………..
It was very nice. Author's a young woman writer. This first novel  was  very good. Quite successful. I liked it very much. I was impressed. Easy and fast read, simply and fluently written.
Events are developing in a small town, Fjällbacka and around, in Sweden. Look like taken  through the real life stories of people.

On the one hand you read an exciting thriller, on the other hand you dive deep thought.  the feelings of good and evil in man, marriage, separation, domestic violence, harassment and rape, social tradition of rules created by the moral majority, what is people say, etc.

Altı Çizilenler ;







9 Nisan 2015 Perşembe

İzler ve Gölgeler Nedim Gürsel

Sevgili Nedim Gürsel le dünyayı gezmek çok güzeldi.

Baudelaire’nin Brüksel’i, Caravaggio’nun Roma’sı, Kafka’nın Prag’ı, Puşkin, Dostoyevski ve Raskolnikov’un Sen Petersburg’u, Erasmus un Rotterdam ı, Gogol’ün Ukrayna’sı, İvo Andriç’in Bosna’sı, Borges’in Buenos Aires’i, Tennessee Williams’ın New Orleans’ı ve Pierre Loti’nin İstanbul’unu gezmek çok güzel geldi.

Yolculuk, gezi benim için zaten büyük bir keyif. Hele bunu bilge bir yazarla birlikte yapmak çok daha büyük bir keyif..
Kitabı bitirince bütün bu şehirleri sanki Nedim Gürsel ile birlikte gezmişim gibi geldi.
Galiba gezgin olmalıyım ben. Gezginlerle yapılan röportajlar, gezginlerin izlenimleri, gezi yazıları çok hoşuma gidiyor. Transa geçiyorum adeta. Ölmeden, iyice yaşlanmadan bu hayalimi gerçekleştirmeliyim. :)

Bizim kuşaktakilerin en sevdiği karakterlerden Raskolnikov un, sokaklarında gezdiği, bunalımlar yaşadığı  Sen Petersburgunu,
Yıllar önce bir can dostumun gezdirdiği New Orleans ı tekrar gezmek çok iyi geldi. Hüzünlü caz müziklerinin tınısı kalmış aklımda.

Geziden öğrendiklerim ;
Sen Petersburg , rus çarı Deli Petro nun kenti imiş.
1672-1725 yılları arasında yaşayan Rus Çarı 1.Petronun, yüzbinlerce savaş tutsağı ve köleleri çalıştırarak bataklık bölgede yoktan var ettiği bir şehirmiş. Kente kendi adını vermiş.
Ekim devriminden sonra devrimin lideri ve Sovyet devletinin kurucusu Lenin in adını almış. “Leningrad”
Komünüzmin çöküşünden sonra yapılan referandum sonucu yeniden “Sen Petersburg”  olmuş.
Puşkin’ in yaşadığı, düelloda öldürüldüğü şehirmiş.
Osmanlı Sultanı kendilerine tabi olmalarını isteyen bir mektup gönderiyor Kazaklara. Kazak lar çok komik buluyorlar bu öneriyi. Dalga geçerek bir şiirle karşılık veriyorlar. Sultanın tebasına girmeyi reddetmekle kalmamış, Babıaliye hakaret dolu bir mektup ta göndermişler.
New Orleans : caz ve blues şarkıların şehri
afrika kökenli siyahilerin daha çok atalarının yoksulluklarını, ezilmişliklerini dile getiren müzikler olarak doğmuş caz ve blues şarkılar.
Buones Aires - Arjantin : Tango nun şehri.
Arjantinde yoksul varoş mahallelerde, daha çok afrika kökenli siyahilerin duygularının dışa vurumu olarak doğmuş.
Çok şehvetli gelirdi bana. Hüzün dolu acıklı bir geçmişi de varmış.  
Tiran- Arnavutluk :
3 milyon civarında olan ülkenin nüfusundan daha fazlası başka ülkelerde yaşıyor.
Enver Hoca nın, Arnavut milliyetçisi yazar İsmail Kadere nin ülkesi. Osmanlı nın kendilerini geri bıraktıklarını düşünüyorlar. Bu yüzden Osmanlı-Türk düşmanlığı var.
Bosna Hersek- Saraybosna : Nobel ödüllü yazar, İvo Andriç in ülkesi.

Rotterdam-Hollanda : XV.yüzyılda yaşamış büyük hümanist Erasmus un şehri.

Altı Çizilenler ;