* Sıcak yaz
akşamları damda kurulu ‘tağht’ a uzanıp gökyüzündeki yıldızları seyrederek
uykuya dalmalar..
* Odun sobasının
ısttığı odada bütün aile yer yataklarında uyumalar..
* Sokaklarda ‘beradayi
beradeyi’ gezmeler..
* Gaz lambası
altında ders çalışmalar.
* Çatallastig ile
dut kuşi peşinde koşturmalar.. “
Benim de çocukluğuma
dair hatıraları uyandırdı. Çok etkilendim. Çok hüzünlendim.
Hemşerimiz Margosyan, Yaşadığım şehir,
binlerce yıllık kadim şehir Diyarbakır’ın geçmişini, 40 -50 yıl önceki hallerini o kadar güzel anlatıyor ki..
(Tanıtım Bülteninden) ;
“Doğduğu yer
Diyarbakır'ı, oradaki Ermenileri, Kürtleri, Türkleri, Süryanileri, Keldanileri,
Yahudileri, bugün artık tarih olmuş bir kent yaşantısının en içten hikayelerini
anlatan Mıgırdiç Margosyan, Tespih Taneleri'nde Diyarbakır'dan okumaya geldiği
İstanbul'a hayali bir köprü kuruyor. "Kafle" yollarında her birinin
ailesi "berdan berdan" olmuş, tespih taneleri gibi dağılmış anne ve
babasının, oğullarının "adam olması"nı, "anadili"ni daha
iyi öğrenmesini sağlamak için İstanbul'daki Ermeni ruhban okuluna gönderdiği
küçük Mıgırdiç, kah bu yeni çevresinde karşılaştığı gariplikleri, kah
hasretiyle yandığı Diyarbakır'ı, bir türlü kavuşamadığı ilk aşkını, kimi
siyasal-toplumsal olayların örgüsü içinde, büyük bir ayrıntı ve renk cümbüşüyle
birlikte hikaye ediyor. Çocukluktan ilk gençliğe geçtiği o delikanlı çağında,
ailesini, kardeşlerini, Diyarbakır "küçe"lerinde oynadığı
arkadaşlarını ardında bırakan mahzun Mıgırdiç, İstanbul'da kendilerini
"Koşun, Kürtler gelmiş!" çığlığıyla karşılayan akranlarının arasına
girdiğinde, geleceğe hem biraz kaygı, hem de biraz umutla bakıyor...”
Ruşen ÇAKIR, çok güzel anlatmış kitabı ;
“Tespih Taneleri”nde Mıgırdiç Margosyan, kendisinin de
aralarında olduğu Diyarbakır ve köylerinden bir grup Ermeni çocuğun
İstanbul’daki Karagözyan Ermeni Yetimhanesi’nde başlayan yeni hayatlarını
anlatıyor. Yetimhanede karşısına çıkan her yeni kişi, olay, isim onda
Diyarbakır’ı, Gavur Mahallesi’ni çağrıştırdığı için biz okurlar da Diyarbakır
ile İstanbul arasında tam anlamıyla mekik dokuyoruz. Bu iç içe geçmiş öyküler
çarpıcı, ilginç, yer yer eğlenceli ama sonuç olarak son derece hüzünlü. Çünkü
kitabın adından da anlaşılacağı gibi, içinde yaşadığımız coğrafyanın en temel unsurlarının
kopmuş bir tespihin taneleri gibi dört bir tarafa dağılıp yokolmalarının öyküsü
anlatılan.
Margosyan’ın gösterdiği;
Margosyan’ın gösterdiği;
Ermenilerin, Anadolu’daki diğer tüm etnik topluluklarla aynı havayı soluduklarını, aynı dert ve sıkıntıları çektiklerini, aynı yoksulluk ve yoksunluğa mahkum olduklarını açık ve hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde gösteriyor. Margosyan’ın, Ermenilerin (ve onlarla birlikte diğer azınlıkların) maruz kaldıkları ve gündelik hayat içinde iyice sıradanlaşmış ayrımcılığı kışkırtıcı olmayan bir dille, ama asla bunları önemsizmiş gibi göstermeden aktarmasını bilhassa tebrik etmek lazım.