31 Ocak 2014 Cuma

Rumuz Goncagül Diyarbakır Devlet Tiyatrosu




Diyarbakır Devlet Tiyatrosu oyuncularının Orhan Asena sahnesinde sergiledikleri  “Rumuz Goncagül”  çok harika bir oyundu. Uzun zamandır izlediğim en güzel oyundu. Hem düşündüren hem eğlendiren bol şarkılı, bol danslı müzikal bir oyun.
Oyuncuların performansı, orkestra ve solistlerin müzikleri muhteşemdi.
Geçmişten bugüne değişen kadın erkek ilişkileri, evlilik, kadın erkek arasında değişen iletişim şekilleri, erkekler, kadınlar üzerine bazen düşündüren bazen eğlendiren neşeli bir oyun.
Liseli çağlardaki gençlerin jimnastik hareketleri, dansları çok iyiydi.
Ayşen’in oyunculuk performansı çok iyiydi. Dekoltesiyle daha bir hoştu.. :)
Bir sevgilim olsun şarkısı çok güzeldi.
Sıtkı. Ah Sıtkı ah. Aşkının  peşinden cesurca gidemeyen Sıtkı. İşte böyle zamanında cesur kararlı davranmazsan, bir ömür boyu tatsız, keyifsiz bir yaşama mahkum kalırsın. Kendimi gördüm Sıtkıda. Ben de aşkımın peşinden gidemedim yıllar önce. O cesareti gösteremedim. Annem babam kırılmasın diye kendi kalbimi önemsemedim.
Ayrı yaşamlar kurduktan yıllar sonra, artık yaşlılık dönemindeki son buluşmalarında Sıtkı, kızına Gülsün ismini verdiğini söyleyince gözlerim doldu.
Kadın erkek ilişkisinde en öncelikli değer olarak aşk, her şeyin önüne konmazsa büyük olasılıkla mutsuz bir yaşam gerçekleşir. Ve bir yaşam heba olup gider. İki insan arasında bir aşk sözkonusu ise gerisi teferruat olmalı.
Diyarbakır devlet tiyatrosu yetkililerini, bu harika oyunda emeği geçen tüm oyuncuları, dansçıları, müzisyenleri  ve diğer çalışanları kutluyorum.  Selamlar sevgiler..

24 Ocak 2014 Cuma

SADE VE DERİN DEEP


Blog yazıları ile insanı bazan düşündüren, bazan neşelendiren, çoğunlukla da gülümseten, kitap film önerileri ile oldukça aydınlatıcı yazılara imza atan Sade ve Derin blogunun yazarı, sevgili Deeptone’ un blog yazılarından derlenmiş kitabı yayınlandı.
hiç tanışmamış görüşmemiş olduğum halde bir can arkadaşım gibi hissediyorum.
bir can dostumun kitabı yayınlanmış gibi sevindim.
internet olmasa deep in güzel yazıları insanlarla buluşmayacaktı belki. 
İnternet iyidir. Özgür internet daha iyidir.. :)

http://www.idefix.com/kitap/sade-ve-derin-deep-tone/tanim.asp?sid=OLJ292F4OD2D1ECTW2YY

http://www.kitappazarlama.com/prddet.php?pid=242632

http://www.pandora.com.tr/urun/sade-ve-derin/332039

19 Ocak 2014 Pazar

Buradayız Ahparig!

7 Yıldır Gerçek Suçluların Cezalandırılmasını, Adaletin Gerçekleşmesini Bekliyoruz!
 











17 Ocak 2014 Cuma

Blogum 2 Yaşında..

Bundan tam 2 yıl önce 16 ocak 2012 günü ilk yazımı yazarak bloğumu açmışım. Kime hitap ettiğimi hiç bilmeden yazmıştım. Kendi doğum tarihimi tam olarak bilmediğimden midir bilmiyorum doğum günleri ile pek aram olmadı. Yine de bu yüzden midir acaba burçlarla da pek aram olmadı. Bu burçların bir anlamı var mı yok mu hala emin değilim. Kendi doğum günümü kutlayamıyorum bari blogumun doğum gününü kutlayayım dedim. Yine gününde kutlayamadım. Dün yazarken bir akrabanın ölüm haberi nedeniyle yarım kaldı. Galiba evren de pek yol vermiyor.

Yaşadığım evlilik sorunları, yaşadığım şehir, çalıştığım işyeri, içine doğduğum aile-akrabanın insanı boğan muhafazakar kültürü, v.s  ile ilgili karamsar duygular içinde kendimi çok mutsuz hissettiğim bir dönemdeydim. Bir kapana kısılmışlık duygusu içerisindeydim. İstemediğim bir yaşamın içinde isteksiz keyifsiz sürüklendiğimi hissediyordum. Böyle bir yaşam değildi istediğim. Çok daha iyi, daha özgürce bir yaşamı hak ettiğimi düşünüyordum.

Böyle bir dönemde okuduğum bir gazete yazısı aniden beynimde bir şimşek çaktırdı.   “mutsuzsanız hayatınızda değişiklikler yapın” başlıklı bir yazıydı. Yazıda pek çok öneriler vardı. Spor yapın, zayıflayın, blog açın, v.s gibi. Yaşamımda yapabileceğim değişiklikler elbette vardı. Bunları not alarak bir liste oluşturdum. Ve adım adım uygulamaya başladım. Bir tanesi de blog açmaktı. Yaşamla ilgili özel sıkıntılarımı, problemlerimi en yakın arkadaşlarımla dahi konuşmak pek tarzım değil. Görüşme buluşma anlarını mutlu neşeli geçirmeyi daha çok tercih ederim. Bunları yazamazdım. Blogda ne yazarım ki acaba diye düşünürken en azından okuduğum kitaplar üzerine düşüncelerimi paylaşabilirim diye düşündüm. Ve bu blogu açtım.

Bloga başladıktan bir süre sonra hissettiğim şey, burada bambaşka bir dünya varmış. Bir paralel evren adeta. :) Günlük yaşam içerisinde sanat, kültür, estetik, edebiyat, v.s ile iç içe yaşayan insanlara da çokça rastlamak pek mümkün olmuyor çoğu zaman. Günlük yaşama göre daha seviyeli, daha kültürlü, daha aydın insanlarla dolu blog dünyası.

Yazmak kendini açmaktır biraz. Ve yazan insan kendi ruhunu açar biraz. En doğal halini masum, çıplak, maskesiz bir şekilde dürüstçe sunar. Günlük yaşam içerisinde çok yaygın olarak rastladığımız ikiyüzlülük, yalan, dürüst olmama gibi hallere pek rastlanmaz burada. Böylece ruhunu yakın hissettiğin insanları daha rahat seçebiliyorsun. Sevgili Doğan Cüceloğlu’nun deyimiyle can cana bir ilişki, bir dostluk, arkadaşlık paylaşabiliyorsun.

Öncelikle severek okuduğum, izlediğim  muzurella, dayatmalarda kayboluş, mavikalemdekiler, nehirida, şanzelize bulvarı, Listiessade ve derin, express yourself, ben sustum onlar konuştu, süperselma, nini nin kelimeleri, yaz güneşi, ipekböceği, evde yazar bloglarının yazarlarına, blogumu okuyan, yorum bırakan tüm blog dostlarına, izlediğim halde ismini yazmayı unuttuğum tüm blog yazarlarına selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

10 Ocak 2014 Cuma

Korku Kültürü Doğan Cüceloğlu


Sevgili Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarının çoğunu yıllar önce peş peşe okumuştum. Cüceloğlu kitapları, zihniyet ve düşünce dünyamın şekillenmesinde, farkındalık gelişimimde çok önemli köşe taşları oldu. Özellikle “Savaşçı” kitabı çok etkilemişti beni. Daha özgür bir birey olma yolunda çok yararını hissettim. Sevgili Doğan hocaya sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bazen olumsuz düşüncelere kapıldığım zamanlar da oldu. Farkındalık gelişimi insanı daha özgür bir birey yapıyor ama daha mutlu bir birey yapıyor mu çok emin değilim doğrusu. Bazen keşke hiç kitap okumasaydım, farkındalığım gelişmeseydi daha mutlu olurdum diye düşündüğüm zamanlar oldu. İçine doğduğun aile, akraba, çevrenin büyük çoğunluğu kalıplayan korku kültürü değerlerine göre yaşarken sen de doğal olarak onlarla uyum içinde yaşıyorsun. Zamanla farkındalık gelişince bu değerler artık anlamsız gelmeye başlıyor ve bu kalıplayan korku kültürü ile uyumsuzlaşmaya başlıyorsun. Ondan sonra olan oluyor. Anne baba, yakınların üzüntüleri kızgınlıkları oluşuyor. Bu da sana mutsuzluk keyifsizlik olarak dönüyor. Böyle bir farkındalığı gelişmeyen pek çok akrabam anne babasıyla, toplumun geleneksel kültürü ile uyum içinde yaşadıklarından benden daha mutlu ve huzur içinde yaşıyorlar. Bazan böyle düşünceler gelse bile çoğunlukla böyle düşünmüyorum tabi. J
Varoluşunu gerçekleştirmek muhteşem bir şey.

Çocuk büyüten her anne baba, çocukları eğiten her öğretmen, varoluş ve farkındalığını geliştirmek isteyen her insanın mutlaka okuması gereken çok önemli bir yazar, düşünür, aydın olarak düşünüyorum sevgili Doğan Cüceloğlu'nu.

Doğan hoca, Amerika dan gelen oğlu Timur ve sanal öğretmen arkadaşı Arif’ le birlikte bir Türkiye seyahatine çıkıyorlar. Sohbet tarzında yaptıkları konuşmalarla “niçin mış gibi yaşıyoruz” sorusuna yanıt arıyorlar.
Kalıplayan korku kültürü - Geliştiren saygı kültürü
Çocuğun varoluşuyla, doğasıyla ilgilenmeyen bir korku kültürü içinde büyümek.
Çocuğun varoluşuyla, canıyla, özüyle, doğasıyla ilgilenen bir saygı kültürü içinde büyümek.

Bu iki kültürün özelliklerini, farklarını o kadar güzel sade bir dille anlatıyor ki Doğan hoca. Gerçek aydın böyle olur diye düşünüyorum. Bilimde felsefede çok yüksek seviyelerde olsan bile insanların anlayabileceği sade bir dile dönüştürebilmek çok önemli. Aksi halde bilim ve felsefenin insanları geliştirme yönünde pek bir yararı olmaz diye düşünüyorum.
Altı çizilenler :

Bir insanın anavatanı çocukluğudur; çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. O nedenle, bir anne ve babanın en temel görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamalarına olanak yaratmaktır. /sf: 86
Sevginin tanımında dikkate alınacak iki koşul vardır : 1.İnsanı olduğu gibi kabul etmek, 2.Olduğu gibi kabul ettiği bu insanın mutlu olmasını istemek.

Gönlünün muradını keşfederek, kendi istediği alanda gelişerek bir şeyler yapma, istediği alanda başarılı adımlar atma, insan mutluluğunun çok temel bir koşuludur. /sf:165
Üniversite, yalnız meslek adamı yetiştiren bir meslek yüksekokulu değildir. Profesyonel meslek insanı yetiştirmenin yanı sıra demokratik özgür bir toplumun geleceği için aydın insan yetiştirmekle de görevlidir. /sf:177

Hayır, bu benim yaşamım değildi; ben bunda yoktum. Benden beklendiği gibi yaşadım.    …… ben benden beklenenleri yaptım. Şimdi ölüyorum. Ya da, evet, bu benim yaşamımdı. Onu tribünlerden seyretmedim, sahadaydım. Hata yaptım, öğrendim. Sevdim, sevildim, mutlu oldum; acı çektim. Yenildim, zayıf yönlerimi görmek zor geldi, mücadele ederek başarı kazanmak coşku verdi. Kendi ayaklarımın üstünde yürüdüm ve bu yolculuk gerçekti, benim yolculuğumdu. Bu yolculukta ben vardım.
Yaşam başarısı, “bu benim yaşamım” diyebilmektir ve okul başarısı, meslek başarısı, evlilik başarısı, anlamını yaşam başarısı şemsiyesi altında bulur. İşte Coşkun’un anababası (Geliştiren anne baba) çocuklarının yaşam başarısını hedefler, temel niyetleri budur. . /sf:204

Kalıplayan korku kültüründe standart bir “insan” yoktur, “güçlü insan” ve “güçsüz insan” vardır.

Güçsüz, “ben değersizim, birinin beni yönetmesi gerekir, ben acizim, elimden iş gelmez” derken güçlü, “en değerli benim, benden daha değerli hiç kimse yok,” diye düşünür.
Güçsüz, “güçlüye itaat etmeliyim, itaat en büyük erdemdir,” derken, güçlü, “güçlüye emretmeliyim, güçsüzü yönetmeliyim, istediğimi yaparım, kimseye danışmaya, sormaya gerek duymam,” diye düşünür. /sf:207

Olgun insanın en belirgin özelliği olan “sakinlik”, “huzur”, dinginlik”, onun kendiyle barışık olmasından kaynaklanır. Kendiyle barışık olan, iç dünyasının gerçekliğini kabul etmiş insandır. /sf:217
Sürekli eleştirilen ve kendini ifade etmesine izin verilmeyen bir çocuk kendini değersiz, güçsüz ve ezik hissedecektir. Kendini neden değersiz, güçsüz ve ezik hissettiğini bilemeyecektir. /sf:219

İnsan yaşamını bir arabaya benzetiyorum. Korku kültüründe insanın kendi arabasının direksiyonuna geçmesine izin verilmiyor, anladığım kadarıyla. Saygı kültüründe direksiyonda hep kişinin kendisi var, ona arabasını nasıl kullanacağı öğretiliyor. /sf:282
Korku kültürü içinde yetişen kişi, birey olarak gelişememiş, kendine ait düşünceleri olmayan, içine kalıplandığı doğmaları tek gerçek olarak kabul etmiş, doğmatik, katı bir insan olur. Öfkeli ve kederli insanlar, korku kültürünün içinde yetişmiştir.

Saygı kültürü içinde yetişen kişi ise birey olarak gelişmiş, kendine ait düşünceleri olan, bilimsel düşünceyle verilere yaklaşan ve verilerin izin verdiği kadar konuşan dürüst biri olur. /sf:322
Korku kültürünün anlamlı yaşamı’ korkulacak kişiyi, otoriteyi memnun etmek üzerine kurgulanmıştır. Saygı kültürünün anlamlı yaşamı’ ise insanın kendi özünü mutlu etmek üzerine kurgulanmıştır.

Kendi özünü mutlu etmeyi beceremeyen insanlardan mutlu bir toplum oluşamaz. /sf:324
Bir toplumda "korku kültürü" egemense insan, insan olma sürecini tamamlayamaz. "İnsanmış gibi" görünür, ama gerçek insan olamamıştır.
Bir toplumda "saygı kültürü" egemense insan, insan olma sürecini tamamlayabilir. İnsanmış gibi görünür ve gerçekten insandır ve insan gibi düşünür, duyar ve davranır.
Gerçek insan olma sürecini tamamlayamamış insanlar mış gibi yaşarlar.
Korku kültüründe yaşayanların temel sorunu şudur: insanlar, mış gibi yaşadıklarının farkında değildirler. Mış gibi yaşayanlar çoğunlukta olduğu için mış gibi yaşamak o toplumda normal yaşam tarzı olur. / http://www.dogancuceloglu.com/kitaplar/427-korku-kulturu

6 Ocak 2014 Pazartesi

Hrant Dink Anısına Düzenlenen “Vicdan Filmleri” 16...

Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu: Hrant Dink Anısına Düzenlenen “Vicdan Filmleri” 16...:


Vicdan Filmleri Uluslararası Kısa Film Projesi’nin 2013 dönemi sonuçları 16 Ocak 2014 tarihinde İFSAK’ta.

Kurulduğu günden beri Türkiye’de fotoğraf ve sinemanın yaygınlaşması, fotoğraf ve sinema üretiminin artması, yeni fotoğraf ve sinema sanatçılarının yetişmesi, fotoğraf ve sinemanın gereken saygınlığı kazanması için çaba gösteren İFSAK Hrant Dink Vakfı’nın Vicdan Filmleri Uluslararası Kısa Film Projesi’ne destek veriyor.

Hrant Dink Vakfı’nın Hrant Dink’in “Sağduyunun, vicdanın sesi suskunluğa mahkum edildi, şimdi o vicdan çıkış yolu arıyor” cümlesinden ilham alarak düzenlediği Vicdan Filmleri Uluslararası Kısa Film Projesi’nin 2013 dönemi sonuçları 16 Ocak 2014 tarihinde saat 19:30’da İFSAK’ta gösterilecek.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde sonuçlarını ilan edilen Vicdan Filmleri 2013’e Türkiye içi ve dışından, toplam 38 adet vicdan konulu kısa film katıldı.

Vicdan Filmleri projesinin jüri üyeleri Ahmet Boyacıoğlu, Cem Mansur, Petros Markaris, Rakel Dink, Susanna Harutyunyan, Thomas Balkenhol ve Yeşim Ustaoğlu’nun oylamaları sonucunda ilk 21 film seçildi.

Jüri oylamaları sonucunda ilk 21 film aşağıdaki gibi belirlendi.

Jürinin belirlediği ilk 21 film (puan sırasına göre)

1) HAKAN YAMAN (Yön:Fatih Pınar)
TİK-TAK TAK-TİK... (Yön:Ufuk Erden)

2) LIFE WITH ALWAYS OPEN EYES (Yön:Eduard Mkhitaryan)

3) AHMET ATAKAN (Yön:Fatih Pınar)
1 MAYIS /1 MAY (Yön:Hasan Kılıç)

4) SUN IN MY HAND (Yön:Aram)
NEVMİD / THE DESPERATE (Yön:Suat Senocak)
GÖRMEK / TO SEE (Yön:Ufuk Erden)

5) KARANLIK VE KALABALIK (Yön:Tuna Tetik)
DUYMAK/ TO HEAR (Yön:Ufuk Erden)

6) BURDAYIM BURDAYIM (Yön:Soner Sert)

7) AHMET’İN ALFABESİ (Yön:Raif Akın)
SEVGİ KUŞUN KANADINDA/ LOVE, ON A BIRD’S WING (Yön:Ufuk Erden)

8) KONUŞMA/ TALK (Yön:Selçuk Özgül)

9) ENKAZ (Yön:Ahmet Çiftçi)
KARANLIĞIN İÇİNDE / IN THE DARKNESS (Yön:Ramazan Kızılırmak)

10) ÖNCE SOLA SONRA SAĞA (Yön:Ümit Çakal)

11) LIFE (Yön:Uğur Günay Yavuz)

12) ONE LINE (Yön:Dimitris Argyriou)
DISCONNECTED (Yön:Nail Pelivan)
KÖR KAYALAR ÖLÜMCÜL HALKALAR (Yön:Tahir Bozkurt)